30 Aralık 2011 Cuma

EY KARDEŞİM (cinaslı)


Ey kardeşim ne bakıp, ediyorsun güle naz
Gönülden gönle akıp, şu dünyada gülen az

Sen hala uyuyorsun, gün çoktan yola çıktı
Koş! Hâlâ duruyorsun, gündüze yol açıktı

Sen ki küçük bir zerre, dünya kocaman derya
Her şeyiyle şu küre, yüce nura koş der ya…

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

YOLUNU GÖZLERİM


Kafesteki kuşların yürekleri
Nasıl pırpır ederse;
İçim pır pır eder, seni özlerim…
Belki hak etmeyen gözlerimle
Gökyüzüne bakar, yolunu gözlerim.

Kendimden geçsem
Yudumlayıp seni içsem,
Yine sana doyamam ki…

Yüreğim seni özler.
Gece mehtabı nasıl gözlerse,
Şu günahkâr yüreğim
Seni bekler, tüm benliğimle seni özlerim…
Yüreğim seni özler.
Dört bir afakta yorgun gözlerle,
Seni bekler, tüm benliğimle seni özlerim…

Geleceksin belki, geldiğini görecek şu gözler
Kim bilir ne zaman, hangi şafakta,

Cehalet alıp götürürken bizi
Varlık âlemi yeniden gelmeni bekler.
Gönlümde açan gül yüzlü sevgili,
Sadece senin yolunda var hakikat yolunun izi
Gönlümün efendisi, güllerin efendisi, gülün kendisi…
Sayende insanlık cehaleti ve zulmü yendi
Kötülüklere giderken,
Kaybetmeye mahkûm yolumun önünde
Ben şeytana ve nefsime yenilerek giderken
Gayya kuyusunu çok aramadan bulmaya…
Sen varsın yolumun üstünde,
Kurtuluşa çağırmak için
Bir elime ayı, diğer elime güneşi deyip
Hak yolun tebliği için dimdik ayakta duran
Kurtuluş nehrinin bendi…

Kafesteki kuşların yürekleri
Nasıl pırpır ederse;
İçim pır pır eder, seni özlerim…
Belki hak etmeyen gözlerimle
Gökyüzüne bakar, yolunu gözlerim…

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

DÜZMECE MUSTAFA ÇELEBİ(Gülce-Buluşma)


Yıldırım’ın büyük oğlu, babasının veliahdı
O bin üç yüz doksan üçte, Edirne ilinde doğdu
Görmüştü bir gece düşte, onun olacaktı tahtı
Saltanat babadan oğla, babayı sevince boğdu

Bir sevginin yumağında, hem büyüdü hem gelişti
Hem bir lala oymağında, kılıç kuşanmaya geçti
Daha gencecik çağında, savaşın içine düştü
Ancak on iki yaşında, Ankara da düşman koğdu

Bin dört yüz iki yılında,
Hamidoğulları ve Tekeoğullarıyla,
Osmanlının Ankara ilinde
Babası yıldırım Beyazıt ve onun dilinde
Savaşıyordu, Allah Allah nidalarıyla…

Bazı kaynaklar ‘öldü’ der, onun için bu savaşta
Şehit kanı vardır dostlar, savaş meydanında taşta
Timur’a esir düştüler, babasıyla gözler yaşta
Nefes darlığına düşüp, vefat edince babası…

Timur ile yola düşer, Semerkant’a götürülür
Yatağa düşerek beşer, Timur da bir gün ölür
Ölürde bizim çelebi, Anadolu’ya yol bulur
Adımlar yolu, hem koşar, sırtta kalınca abası…

En önce bu yolculukta, Niğde’ye itti ayaklar
Kim bilir kim destek olur, kim yardım eder dayaklar
Belki de Kastamonu da, İsfendiyar beyi aklar
Sultan olmaya yol bulur, bunadır ince çabası…

Devam ederken hayat mücadelesi
Bin dört yüz on altı günü, belki de gecesi
Venediklilerin yardımıyla Rumeli’ye ve Eflâk’a geçti
Hararetli bir yaz sıcağında
Soğuk akan pınarlarından bu gibi su içti.

Düzenleyeceği ayaklanma için, neticesi
Bazı vali ve sancak beylerinden
Asker toplasa gerek köylerinden,
Eflak voyvodasıyla, Bizans’ın İkinci Manüel’inden
Destek için söz aldı
Avrupa devletlerinin beylerinin dilinden…

Topladığı kuvvetlerle, ol Selanik’ten yürüdü
Tesalya yolu erlerle, hızla yürünüp giderken
Kardeş Mehmet’e yenildi, hayaller yine kurudu
Tahta gitmez yol, inildi, düşlerden inildi erken

Bu yenilgiden sonrası, hemen Selanik’e sığındı
Derindi yine yarası, moral sıfıra dağındı
Dedi ‘Mustafa çelebi, padişah olur çağındı
Şu hayallerin halebî, yine gördü umut varken’…

Despot’tu Andernikos, kabulü oldu mülteci
Bizans’la barış çıktı fos, Mehmet’i kızdırdı feci
‘Bu da neyin nesi böyle, bu uygulama da neci’
Manüel’e sözü şöyle, söylenip ulaştı derken

İkinci Manüel dedi;
‘Andernikos mülteci olarak kabul etmekle
Hiçbir barış şartını ihlal etmedi
Sözlerimse tabi ki, burada bitmedi.
Mültecinin yasama ve korunma masraflarını size ödetmekle,
Sizde rahat edersiniz, tahttan ve sizden uzak etmekle
Hayatının sonuna kadar
Biz ona bir güzel, gözaltında bakarken.’

Çelebi Mehmet her yıl, dokuz yüz akçe vermeyi
Hiç olmazsa ağabey bil, böyle güzellik dermeyi
İyilik düşlerde akil, bunun hazzına ermeyi
‘Üzülmesin kardeştir’ der; güzelce bakılsın ister

Manüel kabul edince, akçeli sıcak teklifi
Yumuşadı her düşünce, okşandı damar ve lifi
Bilmez iken bilir hince, hemzeyi, uzun elifi
‘Limni de korunacak’ der; gözaltında kalsın ister..

Zaman ilerlerdi, yürürdü, koşardı,
Bilmem ki hızı ne kadardı.
Barışçıl ilişkiler aleyhinde bir çalışma vardı
Her geçen gün, yeni bir aleyhtarlığa sürgün
Yaşlanınca İkinci Manüel, günlerden bir gün
Oğlu ve veliahdı Yannis,
Bizans saltanat tahtına oturmaya gün sayardı.

Bin üç yüz yirmi bir de
Çelebi Mehmet ölünce, hazince
Yerine on yedilik Oğlu Murat geçince
Sisler dolaşmaya başlar ince ince
Bizans sözleri unutup oynadı dans
‘Bitmiştir’ dedi Çelebi Mehmet’in verdiği avans
Dost olmadılar bize, olmazlar
Ne gelecekte, ne bu günde, ne de ondan önce

Dediler hinoğlu hince; ‘yoktur biliniz başka şah
‘Çelebi Mustafa’dır, bizce meşru padişah’
Güya Mustafa geçince, tahtta oynayacak semah
Güldüler ve eğlendiler, bin bir hileli hevesler…

Destek sağladı Bizans’tan, yürür düş dolu yoluna
Bir filo aldı Bizans’tan, tez bir yandaşı buluna
Kek arkadaşı Limni’den, Cüneyt bey girdi koluna
Güldüler ve eğlendiler, son bir zırdeli hevesler…

Gelibolu’ya geçerek, Rumeli’ye ayakbastı
Akıncı ve beylerinden, yandaş bulmaktı kastı
Önce güçlü olmak gerek, savaşa hazırlık hastı
O zaman yakındı zafer, can bir kır yeli hevesler…

Yıl bin dört yüz yirmi birdi, sam yeli üfledi,
Sultan İkinci Murat’ın kulağına,
Bu hazırlığın haberi tez elden girdi.
Hemen bir orduyla birlikte,
Beyazıt Paşaya onu karşılama emrini verdi

Yola çıktılar en tezi, dağı taşı aştılar
Dikkatli ve gözü paktılar,
Yürüdü de ve aktılar…
Saroz Körfezi kıyısına ulaştılar
Keşan’ın köyü Sazlıdere de karşılaştılar…

Veziriazam Beyazıt’ın komuta kademesi dâhil,
Çelebi Mustafa tarafına geçiverdi,
İhanetin a’rafını görünce, ağladı sahil…
Veziriazamın güvendiği dağlara kar yağdı önce
Utandı, bir çukura düşüverdi,
Teslim olundu, yakalandı başı verdi…

Çelebi Mustafa;
Şehir halkının alkışı, tezahüratı altında
Şehre girmek ilk işi, tez ilanı hükümdarlık
Adına sikke bastırır, gümüştü, belki altın da
Hutbe okur hatip kişi, az kıştı Edirne karlık

Hâkimiyetine geçti, urum elinin bölgesi
İdare etmek zor işti, hatalar sıra bekledi
İlk işareti görünür, bu; zafiyetin gölgesi
Bu yolda daha çok pişti, başarmaya emekledi

Sağlamak için Bizans’ın desteğini
Vermeyi kabul etmişti
Çelebi Mustafa, onların Gelibolu isteğini…

Lakin vermedi yinede,
İdareyi geçirince eline de

Verilmezdi çünkü…
Verilemezdi küffara, fetihle ele geçen yer
Değerli her yer, her kara ve bu İslam kaidesi
Meğerki değerli toprak, verilmez öyleyse eğer
Satılamazdı boş yere, bu düşünün maidesi…

Hem akıllı hem uyanık, korkusuz gözü çakırdı
Kırmızı halıyı sermedi, buna hiç aklı ermedi
Öyle dedi, böyle dedi, onların gücünü kırdı
Gelibolu’yu vermedi, lakin yinede vermedi…

Yetinmedi Rumeli’yle, aylardan bir aydı ocak
Bin dört yüz yirmi ikide, toplar on iki bin sipahi
Beş bin çetin yaya asker, cesaret toplar bir kucak
Dâhil olur bu orduya, Ceneviz askerler sahi

Gelibolu’dan karşıya, gemileriyle geçerek
Osman Gazi’nin Bursa’yı, başlamıştı kuşatmaya
Osman Gazi kuruluşun, başlangıç şehri seçerek
Tohumu atmıştı orda, Osmanlı’yı yaşatmaya

Bursa’yı amca Mustafa, hızla çevire dursundu
Yeğeni İkinci Murat, ‘Düzmece’ der; inandırır
O saltanat genişletme, hesabını kursundu
Halka onun bir düzmece, olduğunu der; sandırır

İzmirli oğlu Cüneyt Bey’in gönlü fethedilmiş
Aydın ve İzmir Beyliği ona methedilmiş
Ayrılır yandaşlarıyla, Çelebi Mustafa yanından
Rumeli’ye doğru çekilir,
Çelebi Mustafa, kandaşlarıyla en tez kanından…
Çekilirken bir köprübaşında;
Hacı İvaz Paşa, çoktan ekmişti kılıcını kınından…

Sağ kalabilen az sayıdaki yaya askeriyle
Boğazı kontrole çalışsa da, Gelibolu da tutunup,
Başaramadı, başaramayacaktı, zaten bu yarayı ekseriyle…

Yeğeni İkinci Murat; dedi bu uğraş bitmeli
Foça valisine ait, üç bin asker takviyeli,
Taht kavgası değil artık, baht kavgası etmeli
Yoksa yetmiyor bu surat, ters takviyeli hız yeli…

Ordusuyla Edirne’ye, yürüdü gitti son surat…
Halk şehrin dışına gelip, orada karşılayarak,
Sevgi ve sadakatlerini bildirdiler heyhat…
Kaçar buradan Mustafa, hazinesini alarak.

Tunca vadisinde, Kızılağaç Yenicesinde
Eflak’e Kaçarken yolda yakalandı.
Artık gelmişti son vadesine, Azrail peşinde incenin incesine,
İyice aklar düşer yüzünün güncesine
Edirne’ye getirilerek kale burcuna asılarak
Belki bir ceza, belki de hediyeydi ilahi şahadet;
İdam halkası nişanıyla tokalandı.

Bazı tarihçiler eklediler adına düzmece
Babasıyla birlikte aldığı yaraları gösterse de
Ankara Savaşının hatıralarını göz önüne serse de

Sözü dinle, sazı dinle, etsen de yazın gezmece
Bu konu kimine göre, en bilmece, dil ezmece
Bize göre elbet özdür, öz amcası Murat Han’ın
Oynasa da taht kavgası, yeğeniyle bil üzmece…
Abisi değil,
Onun adı küçük Mustafa Çelebi bil!
İkinci Murat Han’ın ilk yıllarındaydı
Amcasının çıkardığı bahse konu sorun;
Abisi Küçük Mustafa’nın kotardığı bir başka sorun
Bir başka durum, tüten baca da bir kurum
Karıştırmayın hele karıştırmayın durun!
Onu da inşallah bir başka şiirde sorun…

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey


A'raf: a) Arfın çoğulu ve yüksek bir yer demektir. b) Cennetle cehennem arasında hayvanların kalacağı bir bölümün adıdır.

Maide: a)Bereketli manevi değeri yüksek sofra, b)bakire, evlenmemiş genç kız, yeni, taze, masum c) kuranda bir sure adı

23 Aralık 2011 Cuma

SEVDA DEDİĞİN ŞEY


Ben ki mecnun oldum, şirinsiz dağlarda
Şirin desen beni, ben şirini bilmez
Sevda dediğin şey, gör! bizi bağlar da
Git desen gitmiyor, gel desem gelmiyor

Kitaplarda sen varsın, gül yaprağı gülüm
Şarkılarda dinlerim, hey dili bülbülüm
Hasret dediğin şey, bize büyük zulüm
Bit desen bitmiyor, kal desem kalmıyor

Feryadım figandır, duymazsın çağrımı
Hasretine yandım, yaktın şu bağrımı
İki gözüm ağrır, duydun mu ağrımı
Yet desen yetmiyor, sal desem salmıyor

Her güzellik sende, sensiz yüzüm gülmez
Dilim seni okur, sen gözümü silmez
Öyle bir şey ki bu, sevda aman bilmez
Git desem gitmiyor, gel desem gelmiyor

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

14 Aralık 2011 Çarşamba

KAÇACAK YERLERİ YOK




Hırsızın suçu kalmamış, aldatan dünya da arkadaş
Suç; çalmayıp, helalden kazanmaya, çalışıp duranda
Kargalar baş olmuş başımıza, hak ve hukuk parke taş
Suç; huzurla yaşanası bir dünya özlemi kuranda

Hayatı çalanın, malı çalanın, suçu mu olurmuş
Suç; daha uzun yaşam için, dili güzele yoranda
Kul hakkı da neymiş, kendini bilmez yapınca olurmuş
Suç azgına dur deyip, tedbir alarak kilit vuranda

Görme isterler onları, zulüme çekiver bıranda
Şimdi onların dediği olacakmış, böyle bilesin
Yüce yaratan bu konuda ne derse desin kuranda
Derler; ‘zulmümüzü edelim, sen kıyamette gülesin’

O gün faydası olmayacak, malın kime var faydası
Güleceğiz elbet, o gün bizden kaçacak yerleri yok
Avrupa gezdin, muhtar oldun, kötülüğünse baş tası
Kötüler mazlumdan kaçacak ama ayak ferleri yok

İnsanlık, Müslümanlık; vali ve bakan olmakta değil
Nefsin ister diye, zulme göz yumulsun, ister durusun
Hüner; buna engel gördüğüne sövüp saymakta değil
Bil ki; zulmüne Allah izin verirse bana vurursun

Adamsan hakkın yanında durursun adamlığın kadar
Nefsine; dur! der, dinin isteklerine, önce sen uyarsın
Günde on tele yakan can, hayırda kaç kuruşun var
Bilsen; sen nefsine bile söz geçiremeyen hıyarsın

Feyzullah Kırca
Akbaşlar köyü / Dursunbey

5 Aralık 2011 Pazartesi

ÇOK ŞÜKÜR


(11 hece duraksız)

Çanakkale geçilmezi yazdık biz
Top yekün haçlı çöktü sonunda diz
Rahat uyuyun ey şehitlerimiz
Zorlukları aşıyoruz çok şükür

Sel gibi Çanakkale boğazında
Kan olup aktık kışında yazında
Şahadet her hocanın vaazında
Huzur ile yaşıyoruz çok şükür

Kurtuluş savaşında Rum darbında
Düşman denizde boğaz harbinde
Vatanımın şarkında ve garbında
Huzur ile yaşıyoruz çok şükür

Kimi zaman oyuna gelsek de
Hain arkasında kim var bilsek de
Hain kurşunla vurulup ölsek de
Huzur ile yaşıyoruz çok şükür

Sevgi ve hoşgörünün neferiyiz
Her durumda barışın önderiyiz
Bayrak bizde, nöbet tutan eriyiz
Zorlukları aşıyoruz çok şükür

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

EY CAN



Ey can! İlim denilen şey, benzer demir leblebiye
Onu öğrenip yaşarsan, beyne hamur, kurabiye
Her an bilim kabına koy, dönme sen ki harabeye
Ölüme tuzak kurarak, güneş gibi batmalısın

Ey can! Şu hakikati bil, ölüm dediğim son değil
Şeytanca düşüncelere, verme hiç bir zaman meyil
Haksızlığa ‘dur! ’de, doğrul! Sadece hak için eğil
Zulüme uzak durarak, hemen kaşın çatmalısın

Ey can! Bura senin değil, şu tende yaban eldesin
Geri dönüşü olmayan, uzun ince tüneldesin
Fani hayatı geçerken, kopmaya hazır teldesin
Kalıma uzak durarak, kafandan tez atmalısın

Ey can! Elini sevgiyle, vermeye uzatmalısın
Zulüme uzak durarak, birlik meyi tatmalısın
Her an dilini sövgüden, en uzağa atmalısın
Ölüme tuzak kurarak, vuslat diye yatmalısın

Feyzullah kırca
Akbaşlar koyu / Dursunbey

BUDUR İŞİ


İlim lazım
İrfan sazım
Hayat tarzım
Kur’an benim

Hata eden
Pişman beden
Affa giden
Dilim benim
Oruç lazım
Namaz farzım
Hakka arzım
Dua benim

Rabbe yakın
Duran kişi
Abid bakın
Budur işi…

Akşam yatar
Hor hor yapar
Sabah kalkar
Namaz kaçar

Hile saçar
Vücut naçar
Nefse duçar
İman kaçar

Amel bozuk
Yoktur azık
Eyvah, yazık
Ruhlar kaçar

Haktan uzak
Duran kişi
Kurar tuzak
Budur işi…

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

3 Aralık 2011 Cumartesi

NİÇİN MERHAMET EDİLSİN


(Duraksız 15 hece)
Parmak bile kanamaz bir şey onu kesmedikçe
Yaprak bile hareket etmez rüzgâr esmedikçe
Toprak nasıl hareket eder akla düşmedikçe
Biz kullara nasıl ve niçin merhamet edilsin
Yapıp gireriz içine demirden kafesi elimizle
Mahkûmiyetten şikâyet, sonra kendi dilimizle
Düzelmek istemeyen vurdumduymaz halimizle
Biz kullara nasıl ve niçin merhamet edilsin

Bir kuvvet onu itmedikçe iğne bile batmaz
Karınca bulur rızkını yuvasında aç yatmaz
Bilmez isek kardeş, kul dünyayı üç pula satmaz
Biz kullara nasıl ve niçin merhamet edilsin

Müslüman’ın iman gömleğini giyemedikçe
Hakkı ayakta tutarak, helâlı yemedikçe
Azrail’e gülerek hoş geldin diyemedikçe
Biz kullara nasıl ve niçin merhamet edilsin

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

KARŞILIĞI VAR DOSTLAR


(Duraksız 15 hece)
Yol bataklık, ayaklar tuşaklı, yola düşerler
Her şey güllük gülistanlık, sözü bala döşerler
Nefis peşine düşer yaşarlar gafil beşerler
İyi kötü her zerrenin karşılığı var dostlar

Ahlakın en güzeli ortaya saçılmadıkça
İmanın öz ışığı tez elden yakılmadıkça
Kıymeti yoktur kara kutular açılmadıkça
İyi kötü her zerrenin karşılığı var dostlar

Bu hayat bizleri öyle ya da böyle yoracak
Bize sormadan Azrail her kapıyı vuracak
Ezelden kurulu can saatleri hep duracak
İyi kötü her zerrenin karşılığı var dostlar

Kim hakikati bilmez ki, bir gün herkes bilecek
Gelmez daha çok var derler, ama o gün gelecek
Hiç beklenmedik bir anda herkes bir gün ölecek
İyi kötü her zerrenin karşılığı var dostlar
Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

27 Kasım 2011 Pazar

ALEM



Kocaman mıdır insan, bak koskocaman âlem

Hadi söyle be dilim, yazsın şu yazan kalem
Ansız gelince ölüm, acep ne olur halim
Düşünmez midir insan, kıyamet de bir âlem…

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

BİR YER ARAR



Kimi yazmış hakkıyla, gönülden iki satır

Benzer yazanı bulup, vuracak bir yer arar
Kim ne derse duymayıp, atacak başa satır
Bulursa yüz akıyla, saracak bir yer arar

Kelimeler ona tahsis, söz dersen onda şakır
Deyim ondan alıntı, soracak bir yer arar
Her mekândan kovacak, gayar basacak çakır
Dişlerini sıkmış bak, örecek bir yer arar

Az biledir sana bu, görüleceksin hakir
Bunu çoktan hak ettin, sürecek bir yer arar
Meşhur olacak kendi, dikkat etseydin fakir
Karar almış defterin, dürecek bir yer arar

Kırılsa ne olacak, halden habersiz hatır
Fırsat ele geçmişken, buracak bir yer arar
Gelmez belki diyerek, komşuya pusu atar
İfade almak ister, yoracak bir yer arar

Feyzullah kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

DUYAN GELSİN


Dinim İslam, dedi Hakk bil
Allah bir desin, inanan dil
Duymaz kulak, kulak değil
Düşü kemden, soyan gelsin

Dünya fani, hızlı geçer
Ah desen de, tren göçer
Doymaz gider, insan naçar
Hey kardeşim, doyan gelsin

Zayıf yetmez, şişman gelsin
Günahlara pişman gelsin
Haksızlığa düşman gelsin
Kardeşliği, yayan gelsin
Kardeşimi hor görenler
Düşmanlığı, sürdürenler
Ey kalpleri, kin örenler
Sizden bize, dayan gelsin

Namaz dersen günde beşim
Yere düşse, cansız leşim
Mümin benim din kardeşim
Beni kardeş, sayan gelsin

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

2 Temmuz 2011 Cumartesi

MERHAMETİ ÖĞRENDİK


Suyun çekildiği gibi topraktan
Kalplerden merhamet, çekiliyordu
Canın çekildiği gibi yapraktan
Zalim gönle tohum, ekiliyordu

Merhametsiz hayat, savuruyordu
Şiddet, öfke ve kin, kavuruyordu
Zalimler mazluma, ya vuruyordu
Ya kölem sen diye, dikiliyordu
Herkesler olmuştu, kendine yanlı
Merhamete muhtaç, halde her canlı
Gördü insanlar hep, başkası zanlı
Ne günahsız kanlar, dökülüyordu

Merhameti öğrendik, kalbi yoncadan
Ezmekten korkardı, bil karıncadan
Değiştirip nebim, yolu önceden
Zulmün şafakları, sökülüyordu

Rahmet peygamberi, kendisi bize
Engin hoşgörüyle efendi öze
Ümmetin örneği, bendesi göze
Yaşarken gıptayla, bakılıyordu

Onunla kötülük, yok ediliyor
Nerede güzellik, var gidiliyor
Şeytanca duygular, çok güdülüyor
Hepsine bir kibrit, yakılıyordu

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

BIÇAK KEMİĞE DAYANMASIN

Aheste çek kürekleri, aman şeytan uyanmasın
Hiç dayanmaz yürekleri, muhabbet dolu kulların
Yetti gayri çektikleri, yaşlı, çocuk ve dulların
Zalimin biter çekleri, bıçak kemiğe dayanmasın

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

BEKLEMEYİN NAFİLE


Bazen gitmek evladır, kalmak fayda etmeyecekse,
Kalmak evladır bazen, bir şeyler sizinle değişecekse
Zaten aşk, yanmak için olsa gerek, aşkın narından
Yanıp tutuşmak için olsa gerek, aşkın ızdırabından
Kaçarlar yandığını görüp, bir ceylan gibi sevdadan
Yatırma gemiyi su alır, sonra düşün bilemezsin halin nicedir
Hatırla Kalü Bela’dan sözünü, yoksa gündüz gecedir.
Götürmeyin, dur diyelim, her türlü haksızlık ve zulmete
Kaptırmayıp kendimizi arzulara ve nefsanî şehvete
Zamanların kıymetini bilelim, hak yolu bilip uyalım Ahmet’e

Gemi sensin, şoförü de sen, direksiyon sendedir
Hele ki, dünya denen bineğin dümeni her candadır
Zaman gelir delerler dibini, kötüler şandadır
Yitirirken eldekini, çakırkeyif haller belki şendedir
Kötüye dur diyemeyip, oturmayı bırak, aferin dercesine
Dile dil ver: ‘Kötülük karşısında susan, dilsiz şeytandır’ bilircesine.

Canı gönülden sevip bağlan, hangi sevda Ulu Yar’dan ötedir
Yanar aşk-ı sevdanın ateşi, alev gibi nardan ötedir
Canlar biz kaçtıkça, zulüm daha yüksek sesle gelir dile
Ezilen ve haksızlık görenleri, görmezden geldikçe hele
Canlar zalimin zulmü var, mazlumlara yaşatır çile üstüne çile
Yanlar da yatar isek, düzelmez kötülük, beklemeyin nafile…

Feyzullah Kırca
Akbaşlar köyü / Dursunbey

BÖYLE BİLESİN (Gülce-Akrostik)

(G) ülce güller açar kim ne derse desin
B(Ü) lbül olsun şairler, şiir yolunda ilerlesin
Gü(L) cem haydi, duyulsun her yerde, çağıldayan gür sesin
Kin(C) ilik edene, ben diyene değil, gönle kulak verdik
Gülc(E) güller açacak, söz verdik, işimiz bu, böyle bilesin

(G) önüller birlikteyken dünya gülistan
G(Ü) zellikler içinde yazılır nice destan
Ha(L) e bak ki, renklerle bezenir bağlar ve bedestan
Bir(L) ikte olmanın huzurunu yaşar her bir renk
Bils(E) n ki, her bir renk ayrı güzellikte salar ahenk
Gülle(R) süsüdür bu âlemin, dikeceğiz böyle bilesin.

(A) h şu benim güle aşkım hiçbir zaman bitmez
U(Ç) arı hayaller ve beklentiler, isteme geriye gitmez
Am(A) ca koşarken yorgunluk, bıkkınlık hissetmez
Aça(C) ak dağ başında çiçekler bağ olacak
Dağl(A) rdaki uçurum yamaçlara gül dolacak
Esece(K) meltem rüzgârıyla, kokusu bağrına dolacak
Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

GİDERİZ (Gülce-Buluşma)


Aşk dediğin ebedi olmalı,
Kuldan çok Allah için olmalı
Aynı zamanda
Bir öyle, bir böyle olmamalı
Gönlüne efil efil dolmalı
Tabi olup, elif gibi dümdüz olmalı.

Koşmalı aşk için
Elverdiğince imkânlar varken
Biz koşmasak ta zaman koşuyor
Bizi de kendisiyle birlikte taşıyor
Hiç beklemediğimiz bir zamanda
Bize göre çok erken, bizce daha vakit varken
Çılgın bir at gibi, üzerinden atıyor
Bir anda bizi fırlatıyor derinlerine

Acep nereye diye düşünmek
Tefekkür etmek aklımıza gelmiyor çoğu zaman,
Fani diyoruz da dünya denen bineğe,

Düşünmez yaşarız, benzer ineğe
İşini yaparken, her bir sineğe
Karınca yuvası, neden güneye
Düşünmeden yaşar, koşar gideriz

Her canlı türünün, bir görevi var,
Gözün görmese de, bakteri yaşar
Rabbin rızasına, ömrünce koşar
Düşünmeden yaşar, aşar gideriz

Yılan bir kaybolur, birden görünür
Misyonu var bilir, ondan sürünür
Nebiyi görmeye, gaddar bürünür
Düşünmeden yaşar, şaşar gideriz

İnsanoğlu nankör, şükrün bilemez
Nefsinin şerrinden, yola gelemez
Ölmeyi söylesen, asla dilemez
Düşünmeden yaşar, ne şer gideriz

Ey benlik imana, gelip duruver
Beklenen yaşama, otağ kuruver
Çok çalış çabala, cismin yoruver
Düşünmeden yaşar, beşer gideriz

Ömrümüz fani ya, biter sinsice
Ecel peşimizde, gezer gizlice
Ah deyince çıkar, birden hızlıca
Düşünmeden yaşar, yaşar gideriz

Son durak burası in! Denilince
Allah diyoruz da, ya önce, ya önce
Aklımız nerede son durağa gelmeden önce?

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

YOLLARA DÜŞTÜM (Gülce-Buluşma)


Bendeki yolculuk yaren bulmaya
Sevgi ve dostluğa koşan olmaya
Çağlayan benliğim gönle dolmaya
Bak işte yeniden yollara düştüm

Varırız sonunda mutlak limana
Yol başında gelsin benlik imana
Aldanmak ne kötü fani zamana
ben ki, insanoğlu fallara düştüm

Bu yolda dolarım, salih ameller
Varsın deli desin, gülsünler keller
Varsın anlamasın, düşümü eller
Gerici diyende, dillere düştüm

Oysa ben, gün batarken
Ufkun halini gördüm mü?
Hep hayatın sonuna
Bir adım daha, bir gün daha,
Bir gün daha yaklaştığım
Gelir aklıma,
Ve irkilirim,
Kekse sahiden bir kez daha
Ve son kez silkinebilsem
Uyuyan, tüm yanlarımdan uyanıp
Sıyrılabilsem

Umarım başarırım
Bir gün batımından önce...
Umarım başarırım
Bir son uykuya yatımımdan önce

Yoksa sonum harap, mizan bilirim
Hak rızası olsun, benim gelirim
Bunu bilsem ne de, rahat ölürüm
Ömür dedim koştum, yıllara düştüm

Düşündüğüm neydi, neydi isteğim
Nefsim peşimdeydi oldu kösteğim
İmandan gelmeydi her an desteğim
Bigane kaldım da, hallere düştüm

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

BEKLER (Gülce)


Güneş doğmayı
Aydınlığa boğmayı
Zulmü kovmayı
Hoşgörüyle ovmayı
Hak hukuk bilip
Aşka doymayı bekler

Ömür kaygıyı
Yaşlılara saygıyı
Bellek algıyı
İlim irfan bulguyu
Mazlum yargıyı
Yara sargıyı bekler

İnsan sevgiyi
Güzel işe övgüyü
Bulsun ilgiyi
Hata yapsa silgiyi
Mal mülk dolguyu
Baki kalgıyı bekler

Aç kurdun eşi
Yesinler diye leşi
Olsun üleşi
Düşünmez üçü beşi
Kırar kardeşi
Gözlerden yaşı bekler

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

29 Mayıs 2011 Pazar

GÜL MUHAMMED'İM


Sultanlar sultanısın, hanısın hanlarında
İnsanoğlu tanısın, dolaş ki kanlarında
Zor anda bulunasın, duanla yanlarında
Allah'a en sevgili, kulsun Gül Muhammed’im

Biz müminler adını, anarız her anımız
İnandık biat ettik, dönülmez beyanımız
Feda olsun yoluna, malımız ve canımız
Gönüllere gül kokun, dolsun Gül Muhammed’im

Gönlü sevgiyle dolu, merhamet peygamberi
Güzel ahlak timsali, ahlakın sen minberi
Tenin güzel kokardı, salar misk-ü amberi
Dedin garipler gülsün, gülsün Gül Muhammed’im

Mekke'de doğan güneş, karanlığı dağıtan*
Seninle bir nur indi, gördü hıra dağı tan**
Hoşgörüyle dolarak, sevgi yağı dağıtan***
Merhamete götüren, yolsun Gül Muhammed’im

Düştüğüm karanlıkta, benim umudum sensin
Sen olmasan ey nebi, kul kem’i nasıl yensin
Sen bizlere merhamet, sabra yol gösterensin
Hoşgörüsü ne de çok, bolsun Gül Muhammed’im

Sevgi dolu yürekle, hep güzele koşarsın
Merhamet nebisisin, dağıtmaya coşarsın
Ey insanlık önderi, sen ki buna yaşarsın
Yüce Rabbimiz razı, olsun Gül Muhammed’im

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

GİTTİ


Her şey benim olsun, diye gelenler
Hem Allah diyene, şaşıp gülenler
Hak Lisan-ı duymaz, böyle ölenler
Şeytan'ın soyuna, kandı da gitti

Her türlü günahtan, uzak kalmayı
Cennete kavuşup, hem kurtulmayı
Tüm öncelik haktan, rıza almayı
Candan isteyenler, yandı da gitti

Acı sözler bile, tatlı söylense
Hoş gelirler gönle, sözler eğlense
Söyle sözün bilen, yatma el ense
Kul ekmeği tuza, bandı da gitti

İbadet etmeden, kul felah bulmaz
İnandık demekle, her şey hallolmaz
Boş gezip durmakla, defterin dolmaz
İnsan her şey eğlence, sandı da gitti

Şerre engel olmak, hayır gibidir
Nemelazım demek, şerrin dibidir
Zenginin varlığı, yoksul cebidir
Yoksulda fakirde, döndü de gitti

Yağmursuz buluttur, kalp şefkatsizse
Bereketsiz çöldür, merhametsizse
Amansız robottur, zorba hadsizse
Korkakları korku, yendi de gitti

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

ANNEM BENİM


Başımda oturup, sabah beklerdin
Uykusuz gecene, gece eklerdin
Uyuklarken bana, ninni teklerdin
Cennete yol sende, sal annem benim

Taşıdın karnında, sabır taşıydın
Doyurdun yanında, sevgi başıydın
Uykusuz anımda, ninni aşıydın
Hakkın ödenmez, gül annem benim

Güler yüzün gördüm, gözüm açarken
Hep şefkatin gördüm, şefkat ararken
Bense kalbin kırdım, bana koşarken
Affet sen yüreği, göl annem benim

Niye hüzün kaplar, yüzün alından
Sevgi tomurcuğu, düşür dalından
Gitme anne gitme, dön gel salından
Üşürüm sensizsem, bil annem benim

Evlatlar unutmuş, başka yar almış
Hasret bağra dolmuş, çatın kar almış
Canın bitkin kalmış, nefsin daralmış
Revamı sana bu, hal annem benim

Beni düşünürsün hala kaygın var
Ben nerde bulurum, senin gibi yar
Sen razı olmazsan, dünya bana dar
Tükenmez şefkati, bol annem benim

Sağlığında kıymet, hiç bilemeyiz
Yaşlı evi mesken, bir gelemeyiz
Ağlar garip gözün, ah silemeyiz
Başımda yerin var, kal annem benim

Hakkın ödeyemem, kendime geldim
Evlat büyütmek zor, bunu da bildim
Evlatlarım sevdim, lokmamı dildim
Lokmaysa dünyalık, mal annem benim

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

MELEK YÜZLÜ ŞEYTAN


Otobüs müsün tren mi?
Acı acı bastığın fren mi?
Melek yüzlü şeytan sen mi?
Yoksa aşık üzmek tören mi?

Mıntıka temizliği yapıyorum
Yollarını yabancıya kapıyorum
Melek yüzlü şeytan, ben napıyorum?
Yoksa senin, o gönlün ören mi?

Feyzullah Kırca
Akbaşlar köyü / Dursunbey

HAKKI BİLEN KULUN


Hakkıdır hakkı bilen şairin hak duygusu
Hakkı söyleyenlere kurmak mı lazım pusu
Hak rızası gözleyip, yürürken bu yolda bil
Hakkını bilen kulun olmaz kuldan korkusu

Odunlar dıştan içe, erenler içten dışa
Bakmaz kuruya yaşa, mevsimden yaza kışa
Allah der yanar aşka, koşar yoldan son başa
Hakkını bilen kulun olmaz yoldan korkusu

Her çiçeğin dermandır, derde özsu dokusu
Burnumuza dolan bak, kekiklerin kokusu
Kopacak korkusu yok, hep güzele okusu
Hakkını bilen kulun olmaz koldan korkusu

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

NEBİYE BEYİTLER



Hiçbir kimse veremiyor, tebessümle gülüşünü
Özledi gönlüm ey nebim, sen saadet güneşini

Ne kadar kötülük varsa, hepsi seninle savuldu
Hıra’dan yükselen nurla, kör cehaletler kovuldu

Sabahıma doğan güneş, gece karanlığımda ayım
Gönlümün sultanı nebim, sen yoksan ben hep dardayım.

Bilsen ki; imansız diller, hak yolunu karalıyor
Seni seven gönülleri, çok derinden yaralıyor

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

DURUŞUN GÜZEL


Şu cihanda bildim, en güzel meslek
Hakkı söyleyen kim, kimde var istek
Kovsalar söylerim, hakikat bu tek
Ey kul zulme karşı, duruşungüzel

Yegâne sermaye, bilsen ki zaman
Çok uzun durmaya, düş kurma aman
Ömrümüz ermeye, olmadan duman
Kurtuluş hesabın, kuruşun güzel

Geçip giden zaman, dönmez geriye
Düşün neden bu an, yolun nereye
Dinle sözümü ey can, dön gel beriye
Hak rızaya beden, yoruşun güzel

El giderken aya, sen kalma yaya
Koş bulmaya biraz, edeple hayâ
El açıp yalvar az, seslen semaya
Zikrederken boyun, buruşun güzel

Utanman yoksa git, dileğini yap
Allah korkun yoksa, doğru yoldan sap
Haram helal deme, bulduğunu kap
Bu yoldan dönüşü, soruşun güzel

Kimin ettiği şer, kime kalacak
Kazancınız olsun, temiz ve apak
Bunu bilmek için, harcamaya bak
Helalden helale, Kuruş’un güzel

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

20 Mayıs 2011 Cuma

GÜLÜM


İki kişilik bedende, tek olma çabasıdır aşk
Ben seninle beraberken; aşka ne gerek var gülüm
Sevgin yoksa; yürekleri, savurma yabasıdır aşk,
Yüreği savrulmuş cana, yaşarken dünya dar gülüm

Şu yaralı yüreğime, her bir kelime çağrındır
Adın bir şiir tadında, yazılmış gönül ağrındır
Seninle kesişirse yol, istediğim gül bağrındır
Tenimde devleşen aşkın, gönlüme düşen har gülüm

Bu hayatımgüzelleşir, gelipte kalbime girsen
Üşüyorsa yüreğin gel, yetecek bir selam versen
Yüreğin titriyorsa gel, gel bana sende dilersen
Yokluğunda ben üşürüm, kışıma yağan kar gülüm
Her bir çiçek; dermansız, derdimize dermandır
Belki de rabbimizden, bu güzel bir fermandır
Kekiğim ol, gülüm ol, gönlüm yanan harmandır
Her dem seni düşünürüm, bir sensin bana yar gülüm

İnsan bırakıp gidecek, gidiyor bedesten bağı
Günü gelip terk edecek, bağlanan her deste bağı
Elbet; gün gelip bitecek, bini bulsa yaşam çağı
Bende gideceğim o gün, dünya gözüyle sar gülüm

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

DONKİŞOT OLMUŞUM


Mehtap benim seyrimde şafak güne hamile
Vakit ki devinimde yüce rabbe ram ile
Bak insan ki evrimde nimet yer taam ile
Donkişot olmuşumda değirmenler karşımda

Rızanı ister, ondan; kalbe ürperti astım
Sevgi ve hoşgörüye bade doludur testim
Ben ki acizce kulum huzurla sana estim
Donkişot olmuşumda değirmenler karşımda

Yemyeşil ağaçlarda boşa değil pelitler
Belki de bilmez bunu bilmez bunu elitler
Kendilerini salıp zevk sefaya kilitler
Donkişot olmuşumda değirmenler karşımda

Çıktım sonsuz ve öksüz, bir şekilde bu yola
Baston çarık erisin, hak yolda vermem mola
Doğruları söylerim, dilim döndükçe kula
Donkişot olmuşumda değirmenler karşımda

Doğru söyleyenleri dokuz köyden kovarlar
Sen her şeye karışma, der; arkamdan söverler
Bir başıma kalmışım, karşı sözle döverler
Donkişot olmuşumda değirmenler karşımda

Açar elbet bir gün, badı sabahla güller
Sana sevgi doludur neşe satan bülbüller
Ket vuramaz güneşe, penceremdeki tüller
Donkişot olmuşumda değirmenler karşımda

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

BEYİTLER (8+8)

I
Daha iyisini yapmak, şöyle dursundu bir yana
Yapılanları yıkmaya, bozmaya çıktık meydana

II
Ahlakı olmayan halkın, olmaz ki medeniyeti
O hakkı; bulmayan halkın, olmaz ki iyi niyeti

III
Hak yolunda hakikate, erivermek sözle olmaz
Kötülükleri görmezden, geliveren gözle olmaz

IV
Güzellikleri besleyen, şerleri bir anlık eder
Kötülükleri besleyen, kendine düşmanlık eder

V
Ne kadar okursan oku,güvensen ki çokbilgine
Yaraşırcayaşamazsan, cahilsin han ol! Gel kine

VI
Kötülük kuma yazılır, tövbeyle çabuk bozulur
Güzellik cama yazılır, övgüyle ak pak cüz olur

VII
Güneş yeri aydınlatır, nasihatlerinsanları
Gururunu yere yatır, duy hakkıkonuşanları

VIII
Yükseklerde yer tutanlar, tehlikeden emin değil
Alçakta kalanlar çeker, paçasından aşağı bil

IX
Zorbainsanları görüp, zorbalığı tanıdıkça
Hayvanları çokça sevdim, mazlum yürek kanadıkça

X
Kötüler kendilerine, hep tahammül edildikçe
Daha çok azar biline, bu tahammülü bildikçe.1

XI
Faydasızdır bu yolda, rabbimden gayrı koruyucu
Kalmaz bu yolculukta, inşallah kulun yolaborcu

XII
Lakin; ya karınca bile, bizlerden de değerliyse
Lâin bildik; hınzır bile, biz kullardan da, erliyse


1-“Kötüler kendilerine tahammül edildikçe azarlar” Tolstoy
Cüz: parça, pay, hisse ve bölüm anlamınadır. Çoğulu eczadır.

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

17 Mayıs 2011 Salı

ŞEHZADE İSA ÇELEBİ (Gülce-Bahçe)



Ölçüsüzce yaşamak, bize göre hiç değil
Tüm hayatların vardır, elbette başlangıcı
Her vadesi dolanlar, olur dağ kırlangıcı
Bilmiyorsan hala gel, gel meseleye eğil
Yaşamın özüne, uçar da gider
Burası sınavdır, bunu da bilir
Her taze fide gibi, tohum olup ekilir
Kendi yaşamının, başında biter
…Bin üç yüz seksenin bir günü,
….Hayat suyu ana rahmine dökülür.

Annesi Devlet Hatun, nasip alır umuttan
İsa; Beyazıt Han’ın, oğullarından biri…
Büyümeye yol aldı, yedi et, süt ve buttan
Besinler daha doğal, insanlar dinç ve iri…

*
Şehzade olup büyüdü kardeşleriyle
Y(E) tişirler, eğitmen ve lala nezaretiyle
Ma(H) aretli oğullar, onlar Türk ecdadının birer evladı
Mua(Z) zez harp etme yeteneği var
Ok at(A) bilme ve kılıç kullanma da evladı.
Öğren(D) i hükümranlığı, Türkoğlu boyun eğmez
Esaret(E) rıza göstermez; ölür, öldürür esaret gömleği giymez.

İsa Çelebi; Ankara Savaşında
O(S) manlı İmparatoru Yıldırım Beyazıt Han’ın yanında
Al(A) rak sahip çıkmıştı toprağına, genç yaşında.

Çok geçmeden savaşın hemen sonrasına kalarak
H(E) diyesidir belki de, verilir babasından,
Sü(L) eyman Çelebi, Osmanlı hazinesini alarak
Rum(E) liye geçmesi üzerine, Bursa’ya yol bularak
Çele(B) i İsa burada hükümdarlığını duyurdu, tellalların sesiyle
Evlend(İ) Bizans İmparatoru ailesinin bir prensesiyle.

*
Bin
Dört yüz üç
Mevsim ilkbahar
Lakin ona son bahar
Hastalanıp düşer babası
Timur’dan hükümdarlık payesiyle
Yeşil Bursa kentine gelince dahası
Kardeşi Musa Yıldırım Han’ın cenazesiyle;
Vardı tez zamanda buradan ayrılmasının faydası.

*
Ele geçirdiyse de, kenti daha sonradan
Kardeş Mehmet çelebi, karşısında duramaz
Ulubat Meydanında, bir başarı kuramaz
Savaşı kaybederde, uzaklaşır oradan

Yalova’nın yolundan, Bizans’a kadar gider
Oradan da kardeşi, Süleyman’ın yanına
Ondan aldığı güçle, girecekti kanına
Yürür Mehmet üstüne, yine yol aşar gider

Beypazarı’na yakın, bir yerde karşılaştı
Savaştı hem bu yolda, Karamanlılar ile
Kardeşi Mehmet’e de, yenilip kaçtı bile

İsfendiyar oğlunun, sığınarak yanaştı
Zorunluluk olarak, korkup burada kaldı
Vazgeçmedi alacak, tahtını karar aldı

*
…İsfendiyar’la birlikte yeniden
….Mehmet Çelebi üzerine yürüdü
Bir kez daha yenildi, Gerede meydanında
Aydınoğlu Cüneyt’e, sığınmıştı bu kez de
Menteşe’yi katarak, Cüneyt Bey’in yanında
Saldırdılar birlikte, Kardeş Mehmet’e tez de
…Ancak başarılı olamadı
….Şehzade İsa Çelebi
…..Mehmet Çelebi’den tahtı almaya
……Hala bir yol bulamadı.

Duramaz bu uğurda, taht onda ukde kalmış
Sağladığı destekle, yeniden toparlandı
Karaman ülkesinden, kendine destek almış
Mehmet Çelebi Han’na, saldırılıp harlandı
…Yine savaş meydanı daralandı, dar alandı
….Eskişehir yakınlarında yenildi

*
Yakalandı,
İdam sehpası
Hemen kurulandı

İdam edildi,
Onun hayatına
Tamamen son verildi
Yaratan cenabı Mevla
Çok rahmet eylesin denildi.

Bin dört yüz dörttü
Bir yıldı yıllardan
Yol dönüşsüz yollardan.
Babasından bir yıl sonra
Bursa’da yanına gömüldü…

*
…İsa Çelebi’nin
Hayatı da böylece, yolun sonunu buldu
Hattı zatında o da, hakkı seven bir kuldu
Belki fani dünyaya, çok fazla ilgi doldu
Belki her bir kardeşte, aynı düşünce oldu
…O da fetret devrini bitirmek,
….Ve çok başlılığı sona erdirmek
…..Belki de, tüm mücadeleye bunun için koyuldu.

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

27 Nisan 2011 Çarşamba

SENİ DİLERİM (Gülce-Sonem)


Ruhumun derinlerinde yandı yar sevda ateşin
Damarlarımda her daim, damla damla akıyorsun
Gönlü ferahlatıp gülen, gözlerinle bakıyorsun
Delice seven yaralı, gönlümde yok başka eşin

Gülen gözünde yaş görsem, senden önce ben silerim
Suyu dinse de dereler, hep kavuşuyor göllere
Tüm çıkmaz sokaklar bile, bağlanıyor bak yollara
Seni benden çok sevdiğim, sadece seni dilerim

Zindan karası gecede, hem de saatin üçünde
Ayaz kışı ilkbahara, olur mu ki döndürecek
Senden başka bu harlayan, yangını kim söndürecek

Sonunu hiç bilmediğim, şu fani ömrün içinde
Lal dudaklardan payımı, alıp ta öyle yanayım
Gülüm ben senin aşkınla, sonsuza dek uzanayım

Feyzullah kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

SEVDAYI ÇEKEN


Yar diye iniler de, dağ ve taş dinler
Buluttan gemilere, dolar sevenler
Sırılsıklam olmuş, ıslanmış tenler
Sığ denizde yüZer, sevdayı çeken

İki gönül birse, hayatlar solmaz
Karşılıklı aşkın, mevsimi olmaz
Her sevdalı kişi, seveni bulmaz
Sevdasıyla geZer, sevdayı çeken

Sızladıkça gönül, en dibe dalar
Seven gözlerine, bir hüzün salar
Demirler gemisi, yüzmez dubalar
Mecnun ol ne yaZar, sevdayı çeken

Şah damarı dostlar, sevgi hayatın
Ona gönlünüzü, her dem boyatın
Seversen gönlünde, oynar da atın
Yüzün güller beZer, sevdayı çeken

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

MUSA ÇELEBİ (Gülce-Bahçe)


Yıldırım Beyazıt han’ın, oğullarından biridir
Osmanlı padişahların, dördüncüsüydü babası
Babasının sağlığında, Rumeli’nin tebaası
Boyları, akıncı beyi, olarak görev yeridir

Ankara savaşına da, kardeşleriyle katıldı
Timur’a esir düştüler, bu savaşta babasıyla
Tutsak kalmıştı bir süre, sırtındaki abasıyla
Timur’un Bursa bölgesi, emirliğine atıldı

Bir süre bu emirlikte, Timur’a emirlik yaptı
Muhtaca verecek kadar, yardım etme duygusu
Oluyordu büyüğüne küçüğüne hem saygısı

Babası ölecek diye, gece uykuları saptı
Akşehir de vefat eden, babasının tabutunu
Bursa’ya nakil ederek, sürdü önce atını

*

Savaş açarak kardeşi İsa’ya
Mağlup olarak ikinci savaşta
Kâh dayanarak koluyla asaya
Yorulunca da, dinlenerek taşta
…Önce Germiyanoğlu Yakup Bey’e
….Sığınarak korumasına güvendi.
…..Bir süre sonra da karaman oğullarının
……Yanına çekilerek sığındı ve güç sağındı.

Burada yaşıyorken, kardeşi Han Mehmet’le
Bir diğer kardeşiyken, Süleyman’a karşıydı
Anlaştı tahta çıksın, biri, bin bir töhmetle
Bu kardeşler arası, bir hanlık yarışıydı
…Çandaroğlu İsfendiyar Beyin yardımıyla
….Bugünkü Romanya toprağı olan Eflak’a geçti
…..Sırp ve Bulgar kuvvetlerinin yardımıyla
……Rumeli Beylerbeyini alarak Yanbolu’dan su içti.

*

Bu olayın üzerine, yürüdü Musa üstüne
Her bir kardeş istiyordu, padişah olmayı kendi
On bir kardeşten Süleyman, der ‘Git köşene, sus! Tüne’
Onu haliç’teki Hasköy yakınlarında yendi.

Yenilen Musa Çelebi, yine Eflâk’a çekildi
Bir süre burada kalıp, Sırp Hükümdar Lazar’ı
Yenerek Edirne’ye girdi, hem toprağına dikildi
Süleyman Çelebi için, kazdırdı derin mezarı

Tahmin ediyor Süleyman, bilir kardeşi kararlı
Tez oradan İstanbul’a, hazırlanırken kaçmaya
Yakalayarak öldürttü, hem bu ülkeye yararlı
Fetret devrini biterek, devletin önün açmaya
…Tüm kardeşler kendince kararlı
….Sanırım çoğu da, bencillikte ısrarlı

Rumeli’deki Osmanlı Eyaletine tek hâkim
Olup Edirne’de geçti, burada tahta oturdu
Kendi adına parayı, bastıran kim söyle bakim
Kendini bu eyalette, bağımsızlığa götürdü

Bilmiyorsan söyleyeyim, işte bu Çelebi Musa
Kendisi burda olunca, Rumeli Eyalet Hanı
Çandarlızade İbrahim, paşayı vezirlik buse.
Simavna Kadısınınsa, biricik oğlu ve canı
…Şeyh Bedrettin Mahmut'uysa kazasker
….Mihail oğlu Mehmet Bey'i beylerbeyi yaptı
…..Rumeli'nin yönetimini eline almayı başardı, kaptı

*

Venedik’le
Yapılan eski
Anlaşmayı bile
Taze zamanlarında
Yeniledi geçti dile.

Sırp Despotu Sitefan
Lazaroviç'in üstüne
Yürüyüp Nova Bırado’yu
Alarak kavuşmuştu bu üne.

Vidin'de isyan eden
Bulgar Pirensini yendi
Yunanistan’da Türk’ün yurdu
Selanik’i kuşatmıştır kendi.
İstanbul’a karadan ve denizden
Yürüyüp Çatalca önlerinde durdu.

*

Bu arada kardeşi Mehmet’le ilişki
İlişki kuran veziri
Veziri Çandarlı İbrahim paşa
Paşa kaleyi içten yıktı
Yıktı da baltayı vurdurmaya kışkırttı
Kışkırttı Bizans İmparatoru Manüel’e
Manüel’e üzerine yürü dedi
Yürü dedi Musa Çelebinin üzerine
Üzerine yürüdü hem de Çatalca’da

*

Kardeşi Çelebi Mehmet,
Onu burada durdurdu
Hem çekilmeye devam et
Merice kadar buyurdu

Yakalanıp götürüldü
Kardeş Çelebi Mehmet’e
Beş temmuzda öldürüldü
Kavuştu yüce rahmete

Kaybetti her şeye rağmen
Çünkü burada savaşı
Sofya güneyinde hemen
Savaşında düştü başı
…Bin dört yüz on üçte
….Toprağa verildi özenle naşı…

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

19 Nisan 2011 Salı

EMİR HAYALİ ÇELEBİ (Gülce-Bahçe)

Derin sevgi harmanında, harmanlanır nice canlar

Serin, bölge ormanında, gölgelenir tüm insanlar
Narin ellerde yunanlar, büyür ter temiz hanlarda

*
Şair ve eren
Mısırda yetişen
Namı Ahmet verilen
Şemseddin diye bilinen
Büyür gelişirde kendisi
Ebü’s Safa okunur künyesi
Babasıdır ki; İbrahim Gülşenî
Meşhur velinin oğlu ve halifesi
Bu eserin, Emir Hayali çelebisi…

*
Bayındır şehirlerden, diyarı Tebriz ilinde
Miladi bin dört yüzün, seksen beşli yılında
Bu gün İran bilinen, Türk Azeri elinde
Narin ellerde yundu, ak kundağına kondu…

Doğduğunda babası, gezer idi attaydı
Allah yoluna davet, vaaz ve irşattaydı
Dede Ömer Rûşenî, hazretse hayattaydı
Narin ellerde yundu, pak kundağına kondu…

Babasının hocası, Dede Ömer Rûşenî
Küçük yaşta göründü, ona bebekler şeni
Velilerden olacak, artır baba neşeni
Dedi müjdeyi sundu, hak kundağına kondu

İlim öğrenip ondan, hazineler bulacak
Ferasetiyle dolup, âlem müştak olacak
Kendisinden çok kimse, nice feyizler alacak
Dedi müjdeyi sundu, bak kundağına kondu
…Akıl yaşta değil baştayken
….Henüz daha çocuk yaştayken
…..Başından geçen hadiseler
…...Onun bu güzel hasletlerini
……Dede Ömer Ruşenî hazretlerini
…….Sözleri istikametinde doğruluyordu…

Eşkıyalar türedi, Sultan Rüstem devrinde
Evleri yağmaladı, ay karanlık her gece
Buna çare olmadı, fevkalade fevrinde
Tedbirler de alındı, çare olmaz şer güce

İbrahim Gülşenî'ye, Tebriz halkı geldiler
Bu bela nasıl kalkar, yardım eder bildiler
Dua destek isterler, yalvar yakar dildiler
İbrahim Gülşenî’den, çare bulmaz şer güce…

“Onlar bu işlerinde, durmadan devam eder
Bu haramilik böyle, bir müddet sürer gider
Zarar bize dokunsa, yakalanırlar biter…
Tedbir budur biliniz, çare almaz şer güce”
…O zaman bir bey, başka bir yere gitmişti.
….Altınlarım, çalınır diye
…..Hanımının içi, pırpır etmişti…

İbrahim Gülşenî'ye, derin bir güven duyup
Tüm mücevheratını, küçük sandığa koyup
Başkaları da dâhil, kollasın da koruyup…
Harami yol bulmasın, çare kalmaz şer güce
…Diye emanet bıraktılar.

*
(H) aramiler bunu duyup, sağa ve sola baktılar
M(A) lı toptan götürmeye, şeytanca fikirler yaktılar
İb(R) ahim Gülşenî hazretlerinin evini bastılar.
Har(A) miler onu öldürmeye, sessizce eve aktılar
Yete(M) edi kılıçları, kılıçları onun hiç canını yakmadı
İbrah(İ) m Gülüşeni’nin gözleri hiç iyi bakmadı

*
Çoluk çocuğu alıp, dışarıya çıktılar
Ahmet Hayali daha, küçücük bir çocuktu
Uyuyorken uykuda, o halde bıraktılar
Hizmetçi yanındaydı, gözler mavi boncuktu
…Kaldıramayınca hiçbir eşyayı yerinden
….Haramiler; İbrahim Gülşenî'ye emanet edilen,
…..Şaşkınlıkları ayyuka çıktı, şok oldular derinden.

…Hizmetçi Onlara;
“Bu kadar denediniz, bir şey alamadınız
Efendime emanet, bir toz çalamadınız
Kendinizde bu gücü, dahi bulamadınız
Hala aklı başında, insan olamadınız”
….Deyince ona saldırdılar
…..Bu sırada yaptıkları gürültüyle
……Uyumakta olan küçük çocuk
…….Emir Hayali’yi uykudan kaldırdılar…

“Başladı bağırmaya babam nerede? ” diye
Babası hemen geldi, cop verdi hizmetçiye
Dedi “git çıkar hemen, onları dışarıya”
“Bismillah” der hizmetçi, vururda haramiye

Başlayacak dediler, başta delik açmaya
Haramiler korkuyla, başladılar kaçmaya
Kaçarken yeltendiler, neredeyse uçmaya
Emir Ahmet Hayali, savururda arkadan
…Elindeki bıçağı;
….Vurur çocuk onunla, bir kaçağı
…..Haramilerden birinin ayağı
……İsabet almıştır da, boşalır kan aşağı…
…….Ayakkabısı düşüp orada kalakalıyor…

*
Ertesi gün olayı duyan emanet sahipleri
E(M) anetlerinin durumunu sordular
Em(İ) ndiler, eşyalarına bir şey olmadığına
Zara(R) görmediğini, çalınmadığını gördüler…

Hayret ki, İbrahim Gülşenî’nin
T(A) lebelerinden bazılarının, bazı eşyaları çalınmış,
Ni(Y) e ki, diğerlerine bir şey olmayıp, onların kiler alınmış?
Cev(A) bı ve hikmeti, İbrahim Gülşenî'den soruldu:
‘Yaka(L) anacak hepsi yarın tez elden
Kesil(İ) p birer uzuvları, mahrum kalacak hepsi birer elden’ denildi.

Çarçabuk yakalandı, ertesi gün haramîler,
G(E) rçekten kimisi öldürüldü,
Öy(L) e ki; kiminin ayağı, kiminin eli kesildi.
Ahm(E) d Hayali; “Yaraladığım kişinin ayağına baksınlar.
Gari(B) im şaşmış haramiyi, bana bıraksınlar” deyince verildi,
Dileğ(İ) kabul gördü, çocuk yaşta Emir Hayali’nin.

*
Adam kendisine bağışlandı
Suçu affetmekte güzel işlerden
Vardır bir bildiği, diyerek hoşlandı,
Harami tövbe etti, oldu dervişlerden…

*
Toplanmıştı çapulcular Şah İsmail çevresinde
Akkoyunlu Devletinin merkezi Tebriz’e yürür
Önce İbrahim Gülşenî, uykuda bir rüya görür
İşi gücünü bırakmış, zalimler kem devresinde

Tebriz’i işgal ederler, gözlerini kan bürümüş
Şah İsmail ve ordusu, ederler her evi talan
Yakarak yıkıyorlardı, olmuyordu sağlam kalan
Nefisleri şeytan olmuş, ta derinlere yürümüş

Yakınlarına anlattı, gördüğü korkunç rüyayı;
“Bela gelmeden gidelim” deyince çıktılar yola
Talebe ve yakınları, hem çok az verdiler mola

Tedbir için almışlardı, çoğu oklarıyla yayı
Hicrete koyulmuşlardı, çocuklar at terkisinde
Kırlar çiçeğe durmuşta, göz çiçeğin nergisinde

*
…Babası İbrahim Gülşenî;
….'Evlâdım, korkuyor musun? ' dedi.
…..Oğul Emir Ahmed Hayalî;
'Babacığım mademki, sizinle beraberim;
Endişe etmiyorum, yok korkudan haberim
Rabbine iman edip, âbid olursa kullar
Onun güvencesinde, diyordu peygamberim”

…İbrahim Gülşenî hazretleri;
….“Yüce Allah’ım seni, korkulardan korusun
…..Arkana bakma!
……Korkuya ışık yakma!
…….İhlas Suresini okumaya devam et” dedi.
Bundan sonrasını da, Emir Hayali söyler:
“Ondan sonra rahatlar, kalbim hep huzur eyler
Artık hiç endişem yok, kalmaz korkuya yollar
Kalbimde yeni bir nur, oluştu güzel şeyler
…İhlâsı her okuyuşumda, kalbim daha bir selamet.
Bir araziye geldik, hep beraber giderken,
Atının terkisinde, binmiştim gidiyordum
Babam yoruluyordu, benle meşgul olurken
Ona hayli sıkıntı, veriyorum diyordum

…Kalbimden;
Keşke şimdi burada, olmasaydım yanında
Rahat etseydi babam, diye de iç geçirdim
Ben bunu düşünürken, döndü bana anında
Pür dikkatle sözünü, kulağıma içirdim

“Ahmetçiğim istersen, birkaç gün ayrıl bizden
Namazını kılasın, terk etmeyesin sakın
Su bulamazsan yolda, az içeri git izden
Su ve yemek bulursun, düşman olursa yakın
…Bu sayede kurtulursun,
….Hem böylece bana ulaşırsın” deyip

Beni oracıkta attan indirdi.
Atını koşturup kaybolup gitti
Geceyse kendine siyah bindirdi
Sahrada karanlıkta, kalmama yetti
…Kâh ayrılık üzüntüsü,
….Kah ne yöne gideceğimi bilemedim.

Şaşkınlık içinde bakıp giderken
Biraz yol gidince, bir ateş gördüm
Daha yaklaşınca, köyden çıkarken
Son ev olan eve, yolumu sürdüm

Ev sahiplerine hemen seslendim
Kapıya çıktılar, misafir oldum
Ben kimim sordular, öyle hislendim
Babamı tanırlar, çok hürmet buldum

Bende hatırladım, sonradan onları
Tebriz’e babama, misafir geldiler
Hediyeler sundu, bize dost yanları
Süt ve kaymak verip, mindere ildiler.

Misafirlik bitip, geriye dönerken
Babamda onlara, hediyeler vermiş;
“Sizler garipsiniz, bilin ki gün erken,
Bakarsınız oğlum, Ahmet size ermiş
…Sizin garibiniz oluverir” demişti.

Kimse anlamadı, bir şey bu sözlerden
Babamdan keramet, dediler bu hale
Daha bir hürmetle, döküldü yüzlerden
Güler yüz yanında, birer parça hale
…Annemin Tebriz’den, ayrılmadan önce
….Kuşağıma koyduğu, altınlardan birini

Ev sahibine çıkarıp verince
Diğerleri de altını görünce
Aralarında fısıltı başladı
Kızgın baktılar, fısıltı durunca

Paranın hırsıyla, üstümü soydular
Eski bir elbise, bulup giy dediler
Otuz altınımı, ceplere koydular
Gece çıkıp gittim, gitmiş hey dediler

Babamdan tarafa, koşa koşa gittim
Peşimden çıktılar, beni çağırdılar
Hızlıca koşarken, yorgunluktan bittim
Bulabilmek için, bana bağırdılar
…Niyetleri kötüydü çok belli ettiler,
….Umutları kesilince, dönüp gittiler.

*
Tam bu sırada
B(E) yaz bir kuzu çıktı önüme
Ta(B) iîdir ki; sevinç düştü gönlüme
Sah(R) ada düştüm onun peşine
Kend(İ) sini göremediğimde, kayıp eyleyerek
Koyma(Z) dı merakta, belli ederdi yerini meleyerek.

*
Yine önüme düştü, bir ormanlığa vardım
Rabbim göndermeseydi, onu ben ne yapardım

Kalbim rahatlamıştım, sabaha kadar gittim
Bir çeşmeye varmıştım, namaza niyet ettim
Kuzuyu da suladım, su isterdi hissettim
Yine önüme düştü, bir ormanlığa vardım

Öğlen olmuştu oldu, su bulduk iki yetim
Abdestimi aldım da, namazaydı niyetim
Kuzu otlardan yedi, ben onunla ot yedim
Rabbim göndermeseydi, onu ben ne yapardım

*
İkindi oluncaya, devam ettikte yola
Namaz için yeniden, verdiydik yine mola
Namazdan sonrasında, yola tekrar koyulduk
İki taze ekmekle, birde peksimet bulduk
…Sahibini bilmediğim için almak istemedim
….Kuzu yanıma yaklaşıp geldi
…..Peksimeti verdim yemeyip geri çekildi
……Ekmeği uzattım yedi.
…….Peksimeti de ben yedim.
……..Ücret olarak sahibi gelirse
………Külahımı veririm dedim.

Yoluma devam ettim, akşam namazı kılıp,
Kuzu yanıma geldi, acayip sesler salıp
Sürtündü kedi gibi, yumuşacık tüylüydü
Sevdim onu, okşadım, kucağıma da alıp
…Yatsı vakti olurdu
….Kuzu yolun bir kenarında durdu
…..Başı ile işaret ederek ‘buradan git’ diye buyurdu.
……Bir lütuftu bu, anladım rabbimden
…….Yoksa bir kuzu ona bakarken
……..Bir anda nasıl kaybolurdu.

*
Gösterdiği yöne dosdoğruca gittim
Kalbime gelmedi hiç ki hiçte korku,
Gece yarısında, bir sestir işittim
Biterdi şüpheler, meraklıca sorgu
…Önden giden üç kişiye yavaşça
….Arkadan yaklaşıp dinlediğim de.

Söylediğim gibi de, kuruttum merakımı
Biri benim hocamdı Muslihuddîn Efendi
Diğerleri dostları, hem yarenlik takımı
Yaklaştım selam verdim, aleykesselam dendi
…Sesimden tanıdılar, elbiseme şaşırdılar
….Anlattım kuzudan başkasını
…..Çünkü; ve başımdan geçen hali sordular.

*
Yatsın su bulamadık, namazı kılacaktık
Aklıma geliverdi, hemen babamın sözü
Dağın ardına döndük, giderken aştık düzü
Önce abdest almaya, bir çeşme bulacaktık

Hem ateş yanıyordu, bu çeşmenin önünde
Abdest aldık, ısındık, imamla namaz kıldık
Dilinmiş ekmek bulduk, yedik uykuya daldık
Yine yola koyulduk, o gecenin gününde

Otuz kadar süvari, çıktılar yolumuza
Birisi öne gelip, hemen halimiz sordu
Hocam; ‘Karaahmed’e, yolcuyuz biz’ diyordu

Belli ki göz dikmezler, para ve pulumuza
‘Kafilemiz önceden, hızlı gidip aktılar
Bizimde yetişmemiz, lazım dedi’ baktılar

*
O kimse hocamı sesinden tanıdı
Öğrendik ki onlar, beni arıyordu
Hocam da tanırdı, bu işin kanıtı
Gördünüz mü diye, bize soruyordu
…‘Onu babası bana emanet etmişti’ dedi.
….Hocam da ‘İşte budur’ diyerek beni gösterdi.

Atından indi de benimle tokalaştı
Bana atını verdi başka bir ata bindi
Hocam yürüyecekti, bana fena bir işti
Ona da at verdi de, benim gönlüme sindi

Bana biraz parayla, verdi bir küçük mendil
‘Eğer olursa yolda, sizlere bir saldıran
Bu mendili gösterin, Mirza Hasan verdi bil
Kimse bir şey yapamaz, olur buna aldıran’

Deyince yolumuza, hızla devam etmiştik.
Babamın kafileye, en tezinden gitmiştik.
…..Onun kafilesini de, Rafızi Eşkıyaları çevirmişler
……Babamı sorup, gözlerini oraya buraya evirmişler
…….Fakat onu görüp dururken, görememişler
……..Kafilesi yola devam ederken buluştuk,
………Birlikte Diyâr-ı Bekir'e ulaştık” diye anlatır…

*
Zulme akıl ermedi
Orda da aman vermedi,
Şah İsmail ve adamları…
Babasıyla birlikte durmadı
Mısır’a yönelmişti adımları...
Mısır’daki Memluklu halkı ve sultan
Kansugavri çok hürmet ve tevazu etti.

Sultan Kansugavri;
İbrahim Gülşenî’ye
Güzel bir medrese yaptı
Onun ilim ve irfanından
Senelerce orada insanlar
Feyizle manevi hayat buldular.

Mısır’a gelince
Yavuz Sultan Selim Han
Gülşenî ile görüştü
Muhabbet ettiler iki can
Birbirlerine hürmet örüştü…

Dört tane de halife
Kırk icazetli talebe
Biri Emir Ahmet Hayali
Bir diğeri de Hasan Zarifi
Anadolu Hisarında metfundur.
Sadık Ali Efendi Diyarbakır’da
Âşık Musa Efendi’de Edirne’dedir.

İbrahim Gülşenî;
Bin beş yüz otuz üçte
Taun’da vefat ederek,
Yüceler yücesine göçtü.
Babasının vefatından sonra
Oğlu Emir Ahmet Hayali geçti
Kendisinin makamına rücû ederek…

*
Tasavvuf ve olgunlaşma yolunda,
Yolunda ilerlemek için yedi gün
Yedi gün kendi halinde
Kendi halinde yalnız kalarak,
Kalarak yüce Allah’ı zikirle
Zikirle, fikirle tevekkül ederek meşgul oldu.
Meşgul olup yedi gün dolduktan sonra
Sonra irşat ve doğru yolu tebliğ makamına oturdu

Makamında oturup babasının
Babasının talebeleri ve sevenleriyle
Sevenleriyle birlik içinde ve beraber olmaya
Beraber olup parçalanmamaya davet etti.
Daveti alan halife ve dervişlerin bir kaçı,
Bir kaçı hariç hepsi bağlılıklarını arz etti.
Etmeyenlerden biriydi Nahifi Halifeydi.

*
Bu konuda Nahifi, bakın ne söylemiştir;
“Hayali’nin babası, vefat edip göçünce
Hayali babasının, makamına geçince,
Karar veremeyerek, gönlümü eylemiştim.

Babasına bağlılık, elinde tövbe yeter
Başka bir lidere, bağlılık lazım gelmez
Demiştim de hocamız, rüyama geldi gülmez
Bu durum geldi bana, ölümden bile beter

Beyaz elbise giymiş, beyaz sarık sarmıştı
Beyaz değil siyahlar, giyer dedim içimden
Niye vazgeçti acep, her dem siyah seçimden

Hatırımdan geçenin, hem farkına varmıştı;
‘Orda siyah giymenin, bil sebebi niçindir
Onun tersine bugün, beyaz giymek içindir’

*
Mübareğin ellerini, öpmek istedim eğilip
Yüzünü çevirdi benden, öptürmediler elini;
‘Hayalinin elini öp, git dinle onun dilini
Yetişecek talebeler, yanlarında eğitilip…

Seninde ondan feyizler, alman lazım’ buyurdular
Tekrar baktığımda gördüm, beyazlar giymiş olan zat
Emir Ahmet Hayalî’nin, kendisi olmuştu bizzat
Bağlılığımı bildirdim, sözümü duyup durdular

Bu yanlışımı gösteren, güzel rüyadan uyandım
Niyet ettim talebesi, hem halifesi olmaya
Tasavvufun merhalesi, yüksek derece bulmaya

Sabaha kadar sabredip, beklemeye zor dayandım
Gördüğüm rüyayı bildi, dikkatle baktı şu göze;
‘Babamdan işaret aldın, yoksa gelmiyordun bize’

*
Diye eğilip söyledi, bildiğini kulağıma…
Başkaların başına da, geldi bunun gibi haller
Birkaç tanesini duydum, anlatıyorlardı diller
Kulağımı kabartımda, soluma ve de sağıma…”

…Emir Ahmet Hayali
Bin beş yüz kırk iki de, hac yoluna yürüdü
Hac görevini yaptı, gönlü huzur bürüdü

Peygamberimizin, kabrini de ziyaret etti
Onu bu ziyaret, sevinçlere boğmaya yetti.
Bin beş yüz elli beşte, acaba nasıl şehir?
Diye merak ederek, İslam bol şehre gitti
…Kudüs, Şam ve Halep yoluyla
….İstanbul’a gelerek, altı ay ikamet etti.
…..Sonra tekrar Mısır’a döndü…..

*
Bin beş yüz altmış dokuz yılında
İman ve ihlâsın nuru alında
Bu fani olan kısa hayat yolunda
Memluklu halkının sevgi dolu kolunda
Mısır diyarında, yüce Mevla’ya kavuştu

*
Hayattayken her zaman, güzel şey anışmıştır
Faydalı konularda, tesirli konuşmuştur
Sözlerinde incelik, zarafet uçuşmuştur
Manası derin olan, dilden manzum savuştu
…İnce manalı ve ilahiyat imalı şiirleri
….Şiirlerinin bulunduğu Divan’ı vardır…
…..İşte bizim böyle de Çelebilerimiz vardır.
……Yanlış ve hatalarımızdan dönmez isek
…….İzlerinde gitmez isek, iki dünya bize dardır…

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

10 Nisan 2011 Pazar

İÇİM AĞLAR ARKADAŞ(Duraksız)


Gelibolu’dan süzülürde ege’ye bir damlacık yaş
Memleketimin hatırası ağlar baksana ey ayyaş
Nereye bu gidiş, istikamet nereye? Biraz yavaş
Çanakkale’ye her baktığımda içim ağlar arkadaş.

Boğazım! Dalgaların, gönlümün kıyılarına vurur
İki yüz elli bin can hakka yürümüş, bağrında durur
Niye şahlanmıyorsun? Korkma bu millet yine korur
Senin bağrın tekbir yankılanır, içim ağlar arkadaş.

Yine her evden bir yiğit, hatta her evden birkaç yiğit
Camiler ki minaresiz ve ezansız kalacaksa git!
Denerek gönderir bu millet bu uğurda nice şehit…
Nice genç kızların muradına içim ağlar arkadaş

Düşmanın alnına değer yine yalın birer palaska
Ya şehit olmak ya da gazi kalmaya geliriz aşka
Düşmana çare yok şehit kanında boğulmaktan başka
Kefensiz kınalı kuzulara içim ağlar arkadaş.

Sen altmış üç neferle üç bin düşmanı denize daldır
‘Vatanımın toprakları namusumuz kadar kutsaldır
Düşman bu topraklara ayak basamayacak baş kaldır’
Diye gürleyen Yahya Çavuşa içim ağlar arkadaş…

Bir sabah ege kıyılarını farklı bir tonda döver
Hazin hazin kıyılara vurarak sanki türkü över
Bir sonbahar günü körpecik sineler ölüm sever
Vatan için ölen körpelere içim ağlar arkadaş

Korkunç zırhlılar menzil dışındaki ufka sıralanır
Mehmetçik hayıflanır imkânsızlıklara paralanır
Mermilere göğsünü siper eder, göğsü yaralanır
Düşmanı kanında boğanlara içim ağlar arkadaş…

Bir bahar sabahı, Mecidiye tabyası darmadağın
On altı yiğit şehit, akan kanla sulanır toprağın
Koca Seyit üçer üçer çıkardı merdiven basmağın
'Seyit Çabuk! ' diyen obüslere içim ağlar arkadaş

Tarih on sekiz martı yazarken, Oşin boylar suları
Denizden geçmek imkânsızdır; anlar işgal orduları
Çıkarmaya karar verip, karaya olur koşuları
Şahadete çağıran toprağa, içim ağlar arkadaş

Kahramanlar geçer, Çanakkale’nin her bir yöresinde
Sabah namazı kılarken, kim bilir Mekke’nin neresinde…
Teğmen Mehmet Selim, bedel orduya; Mehtap Deresinde
Doludizgin akar kan bir bilsen, içim ağlar arkadaş

Talihsiz bir kurşun, gider benzin bidonlarını vurur
Teğmen Mehmet Selim birden bire ateş almıştır, durur
Cesedi kararmaz ki görsen, şahadetin nuru korur
Gülerek arşa çıkar şehitler, içim ağlar arkadaş

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

9 Nisan 2011 Cumartesi

BAYRAĞIMIN RENGİ (Gülce-Buluşma)


Bayrağım al renklidir…
Dalga dalga dalgalanır şafaklarda…
Bir görsen ki, ne ahenklidir.

Gözetler tüm afakı engini,
Umuttur umutlara, görünür afaklarda
Şühedanın kanından alır rengini,

Ay yıldızı düşer kana,
Tertemiz alnı, şahadeti içmiş kalbi aklarda;
O şehidime örtü olmuş, süs olmuş baksana…

Kızıla boyar afakı engini
Kanayan derin yaralara merhem olmaklarda
Em olup salmıştır, kan kırmızı rengini

Dindirir ülkemin tüm acısını,
Al bayrağım, al renginde, ay yıldızı saklarda
Çıkar gelir şüheda, çiğnetmez namusunu bacısını

Durdurmak için akan kanları
Ürkütmeye dalgalanır, bizdendir nice hain uşaklarda…
O dalgalandıkça, sıkılır, hem de çok sıkılır canları…

Ay ve yıldız düşerken, o kıpkırmızı kana
“Git oğul vakit varken, ezan dinmez” der; ana
“Vatanım bize yarken, iman sönmez” der; ona
Umuttur umutlara, kan renkli al bayrağım…

Şahadeti vardır şühedanın…
Kur’an ve kanla kurulmuş ülkemin geleceğine
Bayrağı düşmüş devletin haktır ki; öleceğine…
Bunu izmihlale düşen, halkların bileceğine
Umutlara umut olup, kan renkli kal bayrağım…

Sana bir zarar verseler, fışkırır yerden şüheda
Şahadete şerbet içer, bir kez daha eder eda
Artık edemez hiç kimse, tek vatanımızda cüda
Umutlara umudumdur, kan rengi bol bayrağım…

Bayrağım al renklidir...
Dalga dalga dalgalanır şafaklarda…
Bir görsen ki, ne ahenklidir.

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

GEL GAYRİ


Dolanırım peşinde
Hülyalara dalarım
Oturduğun meşinde
Hep kendimi dilerim
Toprağına taşına,
Tuzun benim aşına
Tarak elim, başına
Tel tel edip belerim

Gözüm kaldı yollarda
Senin gözün pullarda
Şu açtığım kollarda
Ben hep seni bilirim

Kurban oldum kaşına
Bastım gönül tuşuna
Durdum yolun başına
Gel seninle gülerim

Dilim sözden çakmadı
Sözüm özden akmadı
Özüm közden yakmadı
Sensiz kaldım ölürüm

Ey âşıktan saymayan
Beni bende koymayan
Avaz etsem duymayan
Ben çok nazdan yılarım

Gözüm aktı sel gayrı
Geleceksen gel gayrı
Gelmiyorsan bil gayrı
Başka bir gül bulurum

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

5 Nisan 2011 Salı

KALP İNSANI



Azrail’e hoş geldin, diyebilmekte hüner
Buna hazır olmaya, yaşar bu kalp insanı
Herkesi mutlu etme, hayat zindana döner
Haksız istekler gelir, şaşar bu kalp insanı

Allah rızası için, hakkı ayakta tutar
İşine dikkat eder, hep güzellikler katar
Şeytanın işlerini, melun şeytana satar,
Rahmanın rızasına, koşar bu kalp insanı

Tek kişilik tabut, binilen beşer evi
Alır götürür onca, kalırım diyen devi
Biliriz ki kimine, Burak odur bir nevi
Özleminin peşine, düşer bu kalp insanı
Yeni hayat kapındır, şu ölümün öyküsü
Çalış; durmak nedendir, haydi barıştır küsü
Üç beş metre kefendir, tahta evin tek süsü
Her yükünü bilerek, pişer bu kalp insanı

İman yoksa korkutur, hep kendini korkaklar
Enbiyalar yurdudur, şu gördüğün topraklar
Şühedanın burcudur, şu yemyeşil yapraklar
Ruhu şahadet dolar, coşar bu kalp insanı

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

3 Nisan 2011 Pazar

HALİMİ ÇELEBİ (Gülce-Bahçe)


Şu hayatın her dilimi, bir çelebi geçer gider
Bilmediğini bilmeye, diyar diyar göçer gider

Kastamonu diyarından, doğum tarihi bilinmez
Abdulhalim bin Ali’dir, ismi tarihten silinmez
Bak zaman geçer hızlıca, parçalanıp dilinmez
Şu hayatın her dilimi, bir çelebi geçer gider

Osmanlı âlimlerinin, büyüklerinden Halimi
Hocası olup okuttu, Han Yavuz Sultan Selimi
Zamanın âlimlerinden tahsil etti hem ilimi
Bilmediğini bilmeye, diyar diyar göçer gider
*
Alâeddin Arabî'nin hizmetlerinde bulundu
Ondan maddi ve manevi, ilmi tahsille dolundu
Bir nefes Gül-i Rana’dan, hava-i bahar solundu
Sultanını görmek için, şaha kalkındı can evi.
…Molla Alâeddin-i Arabî vefat edince
….Sonrasında Arabistan diyarına gidince
…..Orada da çeşitli ilimleri dimağa getirince
……Haç ibadetini de, hakkıyla bitirince
…….Sultanına selam vermek için, şaha kalkındı can evi.

İran’a yol bulup gitti, ilme gün evi arardı
O belde âlimlerinin sohbetlerine koşardı
Mahdümi’nin hizmetinde, tasavvufi ilim vardı
Feyiz alıp ilerledi, şaha kalkındı can evi

Sonra asıl memleketi Kastamonu'ya dönmüştü
Belki de ilim özlemi, birazcık olsun sönmüştü
Harlayan yürek yangını, az ölkeseyip dinmişti
Daha deyip ilerledi, şaha kalkındı can evi
*
Hayatın altın gemisi, azgın sulara yürüdü
Bâyezîd-i Veli canla, aynı devirde yaşardı
Kin kusanların kimisi, durulamazdı şaşardı
Kendisini heyecanla, hakkın yoluna bürüdü

İnayet ayyuka çıksın, delaletse kalsın dünde
Ruhu coşar kafesinde, insanlık selametine
Müjde solur nefesinde, irfanlık alametine
Çelebinin özlemi var, yıkamaz şeytani künde

Haktan bulur merhameti koşar durur rahmetine
Dosta vuslat özlemiyle, cennet gülleri kokuyor
Sabrın külleri derildi, diller şükrünü dokuyor

Bağışlasın rabbim bizi, erenlerin hürmetine
Gecenin sessizliğinde, vuslata durur erenler
Korkusuzluğu giyinip, hanlara vaaz verenler
*
Bundandır; bilgiye hâkim, bilmediğini okuyan
Maddi ve manevi hekim, gönülleri hem dokuyan
Bilelim bahse konu kim? Halimi Çelebi veli…

Bu yüksek ilmi duyan, Yavuz Sultan Selim Hanım
Seçti onu ayan beyan, han olmazdan önce canım
Tırabzon’da Yavuz o an, valilikle vazifeli
*
Ol Halimi Çelebi'yi kendine hoca edindi,
Talebeydi kendisine, dilinden ilim öğrendi
Gece gündüz huzurunda, döndü onun sohbetine
Devamlı feyiz almaya, ilk anda muhabbetine.

Yavuz Sultan Selim Hanım, yaratanın bir kuluydu
Halimi Çelebi’ye de; dili iltifat doluydu
Yücelerin en yücesi, Allah’ın da ihsanıyla
Osmanlı tahtına geçip, padişah oldu şanıyla

Hep birlikte olmak ister, onu yanından ayırmaz
Ne hoş onunla sohbetler, başka bir şeyi kayırmaz
Maneviyatı doyurmaz, salih amelden başkası
Amelse; ilim bilirsen, doğru olur, açıkçası
…Halimi Çelebi,
….Yavuz Sultan Selim Han ile
….. Birlikte katıldı Mısır Seferine bile.

…Nakledilir ki; bu sefer zamanında
….Molla Şemseddin diye bir saray hocası vardı
…..Teheccüd namazını kılan, iyi huylu bir vakardı
……Yazması öyle süratliydi ki,
…….Kuran-ı Kerimi on günde yazardı.
Yavuz Sultan Selim Han, Mısır fetih olunca,
Mısır halkı Osmanlının, fesiyle huzur bulunca
Bunun sevinciyle dolup, gönüller şuur dolunca
Yavuz Sultan Selim Han’ın, dileği dile vurunca…

…Halimi Çelebiye buyurdu ki:
“Tarihi Vassâf yazsın, Şemseddîn efendi bize
Maharetli kalemiyle, ışık tutsun gören göze”
Padişah emri ulaşan, Molla Şemseddîn erenden
Yirmi beş gün mühletin, ricası emri verenden
…Mühlet isteği kabul gördü.
….Halimi Çelebi'nin evinde kendini bu işe verdi.
*
(H)alimi Çelebi’yi ziyarete gelenlerin
B(A)zı Molla Şemseddin’i tanıyıp bilenlerin
Ça(L)ışmalarına mani olmak pahasına
Gel(İ)yorlardı hücresine ve çalışma sahasına…
İste(M)iyordu zamanın başka işle gitmesini
Helek(İ) aldığı zamanın bitmesini…

(Ç)ekti dış kapının iç sürgüsünü nitekim
V(E) dahi odasını da kilitledi.
Bi(L)medi gelen kimse kim!...
Kal(E)mine sarılıp hızla yazdığı sırada
Bera(B)erinde bir kimseyi oturur halde gördü orada
Yüreğ(İ) ürperdi, aniden görünce, korkuyla titredi
*
Anladı o kimse bunu, yaklaştı hemen dizine
Heyecanı gidermeye, başladı şöyle sözüne;
“Korkmayasın bizden sakın, senin gibiyiz, insanız
Seni ziyarete geldik, dostluğa gelen ihsanız”
…Böyle dedi gelen,
….Molla Şemseddin, kapıların kilitli olduğunu
…..Pencerelere, girilmez demir örgüler dolduğunu
……Kontrol edip hemen,
…….Bu kimsenin ricâl-i gâipten geldiğini
……..Anlayıp, idrak ediverdi.
Yazmayı bırakıp ta, sohbet etmeye başladı
Merak ettiği şeyleri, hem iletmeye başladı;
“Arap diyarı bir tamam, bizce fethedilecek mi?
Osmanlı topraklarına, öz diyar edilecek mi?
…Yoksa dönüşten sonra tekrar
….Başka milletlerin eline geçecek mi?” dedi.
…O zat dedi ki;
“Karanlık basmış yollarda, iman nuru alevlendi
Padişah Yavuz Selim Han, bu görevle görevlendi
Mübarek belde hizmeti, onun nesline verildi
Uykuya dalmış umutlar, uyanmaya gönderildi
….Bu kutlu davada
..…Allah’ın yardımına erildi

İslâm padişahlarının arasında makbul olan
Nebimizin sonrasında, bilesin ki kurucu Osman
Ol evliyanın dışında, değildir hele Selim Han
Ben söylerim hakikati, sen benim sözüme inan”
…Diye söyledi.

…Molla Şemseddîn:
“Yavuz Selim saltanatı, çok uzun zaman sürer mi?
Onun süresi dolmadan, Osmanlı buna erer mi?”
….Diye ekledi.
…..O kimse; "Üç yıl vakti vardır." dedi.

…Molla Şemseddîn tekrar sordu:
….“Konağında oturduğum Halimi’nin sonu nicedir?
…..Yani onun vefatı hangi gündür, hangi gecedir?”
……O zat şöyle cevap verdi:
“Yüce melek ecelinde, hemen gelir canın alır
Şamdan öteye geçemez, Halimi orada kalır”
……..Şemseddîn Efendi dedi ki:
“Ya benim ölümüm nerde, bilir misin ne zamandır?
O zor mudur, kolay mıdır, bana ne kadar yamandır?”

O zatı muhterem şöyle cevap verdi:
“Kişinin kendine ölüm anın bilmek
Rabbimin kanuna, hem ki ters düşerdi
Yoktur ki kimseye, sonu bilip gelmek

Nerede ölecek, nefisler bilemez
Söyle deseniz de, biz bunu söylemez
Rabbim yol vermese, buraya gelemez
İzinsiz yok bize, bu kanunu delmek

Allah’ın izniyle, bil kulağa düştün
Dostun çelebiyle, dosta giden üçtün
Üç ruhun haliyle, göğe doğru göçtün
Üç dostta nasiptir, semaya yükselmek

Yavuz Sultan Selim, derim hanlar hanı
Hakkın yardımıyla, dilden dile şanı
Cenazenizde var, gelmeye zamanı
Nasip olur Han’a, namazınız kılmak”
…Dedi beklediği haberi verdi.
….Koynundan tiftik bir başlık çıkarıp
…..“Bu Selim Han’a hediyemizdir.
……Bir tane daha çıkarıp
…….Bunu da Halimi Çelebi’ye veresiniz” dedi.

…Bunun üzerine Şemseddîn Efendi;
….“Bana bir hatıranız, olamaz mı?” dedi
Sana özel bir şey hazırlamadım bil
Eğer istiyorsan, olur diyorsan gel
Şu başımdakini, sana vermek güzel
Benimkisi sana, nasip olsun kalmak”
…Dedikten sonra
….Başındaki arakiyye’yi ona verip;

“Hadi hemen yaz bakayım,
Ben sana izin vereyim
Hızlı mı yazın göreyim
Nasip olsun sonu bulmak”
…..Deyince;
Şemseddîn efendi başladı yazmaya.
Hem yazdı hızlıca, hem mısra dizmeye
Bir anda kayboldu, boşlukta gezmeye
Zor oldu bir daha, gözlerine almak.
*
Bu durumları Hasan Can’a
Anlattı bir güzel, baştan sona
“Bir zahmet ulaştırıversen” dedi
“Emanet arâkiyyeyi, Selim Han’a”
Hasan Can; huzuruna vardı.
Olanları dinledi Selim Han
Olayın aslı budur, değil yalan
Arakiyye oldu sevince salan…
Saygıyla yüzüne sürdü ve kokladı.
Ruhunu hemen ilahi bir muştu sardı
Mısırdan yola çıkacak, hazır mı yokladı…
*
Mısırdan yola çıkmıştı, Şam’a yol aldı kafile
Halimi Efendi dersen, yolculukta hastalandı
Hekimlerin ilaç verdi, fayda etmedi nafile
Selim Han bildi, anladı, ölümden gayri yalandı

Kalbini hoşça tutmaya, çalıştı gayret gösterdi
Sık sık ziyaret etmeyi, gönlünü almak isterdi
Üçüncü gün vefat etti, Halimi vuslata erdi
Yakınlar bildi bu ölüm, onları hüzne salandı
Molla Şemseddîn Efendi, vefat etti aynı gün,
Selim Han’ın sarayında, vuslatında bulur düğün
Aynı yerde kaldırıldı, cenazeleri üçünün
Selim Han da hazır olup, son görevde yer alandı
…Mısır Seferi dönüşünde
….Miladi bin beş yüz on altı senesinde
…..Bu olaydan anlaşılmıştır ki; Halimi çelebi
……Şam’a gelince,
…….Vefat etmiştir Mısır’dan dönüş seferinde…
……..Orada Muhyiddin Arabi hazretlerinin türbesinde
………Defnedilerek onun yanı başında yer bulandı…
*
Nakledilir ki;
Yavuz Sultan Selim han,
Ayak basınca
Gözüm Anadolu’dan
Dönüp bakınca
Hatıralar var ondan…
Hasret yakınca
Bahseder hocasından…

Pek çok sefere
Mevlana Abdulhalim
Benle çok kere
Birlikte çıktı o âlim.
Aksar her yere
Hatırasın gör Selim.
*
Diyerek anardı, sevgi ve saygıyla
Onsuz ne yapardı, düşünür kaygıyla
Hatıralarıyla, çare yok döneriz
Bahane bir küçük, çıbanla söneriz
*
…Yavuz Selim Han derdi ona;
Mevlana Abdulhalim, hem molla hem efendi.
İlim irfanı yüksek, ilmiyle amil kendi
Fazilet sahibi zat, hem ki nefsini yendi
Yüksek derecelerin sahibi bir erendi
…Hem vefalı, hem kerem ehli
….Yumuşak huyluydu, yola getirirdi cehli
…..Az konuşur çok dinlerdi,
……Olmazdı konuşanın sözüne, konuşurken dahli…

Başka insanlarda, kusur aramazdı
Hakikati söylerdi, yalana uğramazdı
Dedi kodu etmezdi, talana varamazdı
Yüksek derecelerin sahibi bir yarendi

Görmeye çalışırdı doğruyu ve güzeli
Meziyetli olanlara, ilginin en özeli
Kimsesiz fakirlere, uzandı yardım eli
Yüksek derecelerin sahibi bir verendi

Sonuçta onun ismi, her tarafta duyuldu
Sözleri dinlenerek, öğüdüne uyuldu
Nasihatin dinleyen, hak yoluna koyuldu
Yüksek derecelerin sahibi bir görendi

Ne zaman kimin başına, ne gelecek belli değil
İzin ver ki gözyaşına, rıza-i hakka ver meyil
Zehir katma gül aşına, gülün dikeni yok değil
Herkes düşünüp taşına, geri dönüş yok diyendi

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey