20 Haziran 2010 Pazar

KINALIZADE HASAN ÇELEBİ (Gülce-Bahçe)
























Osmanlı döneminde, düşleriyle yetişen
Aşkın dehlizlerine, yürüyorken gelişen
Yaşamın yaprağına, gözleriyle ilişen
Yepyeni heveslerle, yakınların gözü şen
…Olan ve kendisi yola düşen,
….Müderris Kınalı zade Hasan Çelebi
…..Bin beş yüz kırk altı yılında Bursa’da doğdu
……Fıkıh ve kelam âlimlerinin büyüklerinden oldu
……..Cehaletini ilim ve irfan ile kovdu…

Babası bilgin kınalı Zade Ali Efendiydi
Müderrislik ailecek onların hepten fendiydi
…Bursa’da Hamza Bey Medresesindeydi müderris
…..Kınalı zade Ali Efendinin babasına
……Emrullah efendi dendiydi
…….Onun babası Abdulkadir Hamidi de
……..Veriyordu yanakları Gülşen,
………Yüreği ilme susamış talebelerine ders.

…Kınalı Zade Hasan Çelebinin büyük dedesi
…..Sakalına kına yaktığı için söylendi ziyadesi
…….Kınalı zade diye tanınır Hasan Çelebinin
……..Dedesi ve babasıyla kendisi
Veli olan dedeleriyle, eli öpülesi babası
Var idi belki bir hırkayla, belki birde kalın abası
Değildi onlar insanların, hiçbir ahvalde de kabası
Zamanın en yüksek bilgili, âlimleriydi tebaası

Harama helal, helale haram diyen tüm beylerden
Haramlardan ve şüpheli olan bütün her şeylerden
……Haram olma korkusuyla
……..Mubahların çoğundan sakınırdı
………Tüm aile bütün kurgusuyla…

*

Hasan Çelebi önce babasından
Babasından ve diğer âlimlerinden zamanın
Zamanın büyük âlimi Ebussud Efendiden de ders aldı.
Ders aldı özellikle fıkıh ve kelam ilimlerinde
İlimde yükselerek icazet alıp
Alıp, oldu züht ve takva sahibi
Takva sahibiydi, ilmiyle amil büyük bir âlimdi.
Âlimdi de dini emir ve yasaklara uymakta çok titizdi.
Titizdi kanunlara uyma konusunda, iradeye haizdi
Haizdi kuvvetli bir edebi şairliğe
Şairliğe ve yüksek bir hitabet gücüne sahip edipti, vaizdi.

*

Bunu da
Göstermektedir
Sayısız beyitleri…
Dini kitaplara koyduğu
Yerli yerinde şerhler ve ekleri
Yürekten yüreklere çağlayıp dökülen,
Şiirlerindeki edebilikten de üstündü.

‘Âlimler
İlime doymaz’
Dedi ilme yürüdü.
Tahsilini tamamlayınca
Müderrisliğe hemen başlayınca
Bir adım atıp yaşı yirmiye yüründü…
Yürekten yüreklere bilgiler dilden dökülen!

Bin beş yüz
Altmış yedinin
Gönle gülen gününde
Ahmet Paşa Medresesinde
Bursa da vazife aldıktan sonra
Bir senecik geçmişti de bu görevinde
Babası olunca kadılık görevine tayin
Çuhacı Hacı Medresesine müderrislik göründü…

*

Üç senelik bir zaman, daha yeni geçtiydi
İstanbul’a geçti de, yer İbrahim Paşaydı
Medrese müderrisi, olup ilme maşaydı
Bu güzel görevle, ay turunu seçtiydi

Karanlığa düşen loş, bir ışık gibi düştü
Aydınlandı gönüller, bildi okudu diller
Çeşitli görevlerde bulundu has bel kader
Üç günlük bu ömürde, yine yol görünmüştü

Sene bin beş yüz seksen, Bursa Sultaniye de
İki yıllık bir zaman, görev alıp da döndü
Medrese Sahnı Seman, İstanbul ona yöndü

Orda ki Sultan Selim, Medrese-i Haniye de
Görev aldı sırayla, geçince bir yıl daha
Süleymaniye’deki, medrese ilme oldu saha

*

Yıl bin beş yüz doksandı, kadılığa erindi
İlk olarak bu yolda, Halep’e yol güründü
Mısır, Kahire, bursa ve Edirne onundu
Bu güzel iller için, kadılığa yüründü

Bin altı yüz yılında, o nurlu ve onurlu
Günümüzde şahadet hatıraları dolu
Gelibolu da kadılık, olduydu derken yolu
Halka hizmet düsturu, düşünmezdi hiç pulu
…Eyüp kadılığı da yaptı bir zaman, bir ara
….Derken bin altı yüz iki de Eski Zağara
…..en sonunda Mısırdaki reşit beldesi kadılığında
…...Bin altı yüz dört yılı olduğunda
……Hastalanıp vefat etti bir yıl burada kaldığında

…Kınalı zade Hasan Çelebinin en ünlü eseri
….Üçüncü Murat’a sunduğu şairler tezkiresi
…..Bir derya ki yükseklerdedir dibi
……Babası kınalı zade Ali Çelebinin Ahlakı ala kitabı gibi
Bu eserde çok rağbet ve itibar görmüştür
Şöhrete giden yolda, kader ağlar örmüştür
Cihanı Osman’a da, namıdır salınmışta
O da bir çelebidir, belleklerde durmuştur…

O üç bölümden oluşan şairler tezkiresinde
Söyleyeyim bakayım da neler var içerisinde
Giriş bölümünde şair ve şiirlerden bahseder,
Birinci Bölümü şair padişahlara bahşeder,
……..İkinci bölümde şehzade şairleri neşreder
………..Üçüncü bölümde ise harf sırasıyla Arap alfabesinin,
…………Beş yüz yetmiş civarında, şairin hal tercümesi
………….Topladı eserinde bildiği şairlerin bir kümesi

…Latifi ve Âşık Çelebinin eserlerinden faydalanmış,
Onların ifadelerini yer yer süsleyerek
Düşünüp taşınıp yeni fikirler düşleyerek
…..Kendi tespit ettiği bilgileri de eklediği bu eser
……Türk tarih kurumu yayını olarak
…….Bu güzide eser iki cilt halinde gözünüzden öper.

...Aynı zamanda;
Şair olan kınalı zade Hasan Çelebi
Yazılmasa da derli toplu şiir kitabı
.....Dağınık bir hal ile mecmualarda yer alsa da
Kitap haline gelmiş, divanı ise yoktur
Gürül gürül çağlayıp, dinleyen ve okuyan
Yüreklere sımsıcak, dola dola akışan
Şiirlerde şairin, ustalığıysa çoktur…
…….Bundan başka Dürer ve Gurer haşiyesi
……..Ve vardır çeşitli mevzulara dair
………Vardır kaleme alınmış birçok güzide risalesi
………..Bundan ibaret Feyzullah’ın bilgi ziyadesi.

Ol ulu veliler olsun, bizlere ışık halesi
Bize verildi kısacık, bir ömrün ihalesi
Seviler toplayalım ki; ebedi aşkın lalesi
Bir yol bulup şiirlerle aşka yürüyelim dedik

………Şairler tezkiresinin asıl adı Tezkiret-i Şüara
Sorma kardeş şairlik zor, şiir yazmak zor bu ara
İlham gelmez bilir misin, bakıyorum havalara
Kelimelerim bitince, düştüm arkadaş bak dara
Bir yol bulup aşka, şiirlerle yürüyelim dedik…

Feyzullah Kırca
Akbaşlar köyü / Dursunbey

16 Haziran 2010 Çarşamba

KATİP MUSTAFA ÇELEBİ (Gülce-Bahçe)




















Bir gülün tohumu düşer ki toprağa
Adı Mustafa’dır yazılır yaprağa
Bin altı yüz dokuz yılı şubatında
Doğunca sarılır yeşil bir kundağa
…Doğduğu İstanbul’da bebekliğini yaşadı
….Sevimli bir bebekti o da, değerli bir paşadı…


Babası Abdullah ki Enderun’da yetişmiş
Sarayda nasip olmuş, silahtarlık görevi
Türlü silah ve mermiyle, haşir neşir olup pişmiş
Bilmiş ve de öğrenmiş, silahın nedir türevi
…Emekli olup ayrılmış saraydan
….Sona erince bu hizmetteki görevi…
…..Eğitmeye koyuldu oğlu Mustafa’yı
……Bunu bildi, bu yolda ilerlemek oldu ödevi


On dört yaşına kadardı, birçok kitap dikizledi
Özel bir eğitim gören, Kâtip Mustafa Çelebi
Topladı çok bilgileri, sanki hep birer leblebi
Dünyada olan biteni, o hep ilgiyle izledi


Doğuda hacı halife, batıdaysa hacı kalfa
Adıyla tanınır oldu, o zaman yaşayan halka
Toplanır oldu düşleri, fikirler başında halka
Yaydı beyni dalgaları, kimi beta kimi alfa
….Bin altı yüz yirmi üçte, Anadolu muhasebesi
…..Kalemine katip olarak girdi.
……Bir zaman bu görevde başarıyla hizmet verdi.


Dördüncü Murat Han’ın, hanlık erişiminde
Doğuya seferinde, utku Girişiminde
Kâtiplik yaparaktan, orduya katıldı da
Kalemini harcadı, yazı ibrişiminde


Bin altı yüz otuz beşte, İstanbul’a dönüverdi
Kendisini tümüyle de, okuyup yazmaya verdi.
Dönemin bilginlerinin, derslerine katılarak
Medrese öğreniminde, eksiklerini giderdi


Coğrafyadan tarihe, astronomiden tıpa
Geniş bilgi ağının, sahibi olan kâtip
Ol zamanda malikti, çok sayıda kitaba
Bir sevda gamzesini, özler çelebi hatip…


Bin altı yüz kırk beşteyse, sırası geldiği halde
Beklide umut beslerdi, ta derinlerde gönülde
…Yükselemediği kalemdeki görevinden ayrıldı


…Yürüdü kendi bildiği yolda ve izde
….Ancak bin altı yüz sekizde
‘Takvimü’t Tevarih’ adlı eseri dolayısıyla
Şeyhülislam Abdurrahim Efendinin ricasıyla
Kalemdeki ikinci halifeliğe getirildi.
Beklide böylece gönül kırgınlığı giderildi…


Okuyarak hayli çok kitabı sağında ve solundaki
Bundan sonra da öğrenme ve öğretme yolundaki
…Çabalarını sürdüren Kâtip Çelebi
….Peş peşe yapıtlar vermeye başladı
….. Ta o günden bugüne, bugünden de geleceğe
…… Değerleri bilgi ve belgeleri, çevrilip okunsun diye haşladı…


Telif ve çeviri olarak tam yirmiyi aşkın
Kitap yazdı bilgi olarak deryaları taşkın
…En önemlileri bibliyografya, coğrafya ve tarih
….Verdi en güzel örnekleri sarih


Altı ekim bin altı yüz elli yedi de
Benim vadem buraya kadardır dedi de
İstanbul da Hakkın rahmetine kavuştu
Ebedi âlemine sessizce savuştu


Muhteremler dilerseniz, eğer biraz eğinelim
Önemli eserlerine, kısa kısa değinelim
…Şiirsel renklerin, renk renk tabakalarına
….Bir çentik daha attık diye sevinelim
*

Arapça Fezleke;

Tarih alanındaki, eserlerinden ilki
Bin altı yüz kırk iki, tamamlar eseri
Dört bölüm halindeydi, kitap Arapça veri
Neler vardı eserde, bilmek istersin belki…

Tarihin anlamıyla, neye vardır yararı
Anlatıldı okura, gayet güzel ve doygun
Bu alanda kılasik, İslam tarihe uygun
Olarak yazıp nesle, öğretmekti kararı

Yaratılıştan alıp, bulunduğu güne dek
Kurulan devletlerle, meydana geliveren
Önemli olayları, sıralatmış dil veren

Nesil hisse alsındı, belki amacı bir tek
Belki başka ihtimal, başka kalemle pişer
Tarih bilmek isteyen, gönülcüklere düşer
*

Türkçe Fezleke;

Arapça fezlekenin, devamı nitelikte
Yaşam öykü esere, yer verir özellikle


Bin beş yüz doksan birden, elli dörde olaylar
Osmanlı tarihinden, yazılmış gün ve aylar
Bilir eseri okuyan, bütün bayan ve baylar
Arapça fezlekenin, devamı nitelikte


Olaylar alfabetik, olarak sıralanmış
Her yılın olayları, yıl sona aralanmış
Ölen devlet adamı ve bilginleri anmış
Yaşam, öykü, esere, yer verir özellikle
*

Takvimü’t Tevarih;
Tarihlerin Takvimi;

Bil gözüm sende
Tarihlerin takvimi
Demek imiş de
Yeni öğrendim bende


Âdem resulün
Günüden itibaren
Bin altı yüz kırk
Sonrasında bile ki
Sekiz yıl daha
Tarihsel olaylardan
Bahseder yaren
Alfabetik olarak.


Bilinmez tende
Tarihlerin takvimi
Tekrar etmesin
Hatalar ülkemizde
İstermiş her hal
Zamanda yürüdükçe
Gelecek günde
Düşmeyiniz der derde…
*

Tuhfetü’l Kibar Fi Esfari’l Bihar;
Deniz Savaşları Hakkında Büyüklere Armağan;

En
Çokça
Tanınmış
Elzem eser
Güzel kaynakça
Deniz Savaşları
Hakkında Büyüklere
Armağan adlı kitapça
Ta ki kuruluş döneminden
Hem denizciliğin öneminden
Bin altı yüz elli altıya kadar
Denizciliğin tarihçesi yanında
Osmanlı donanmasının tersanesiyle
Bahriye örgütü işleyişinden bahseder.
Ve kaptan-ı deryaların yaşam öykülerinden
Onların güzel ve asil değerlerinden bahseder.
Sonundaysa son zamanlarda denizlerdeki alınan
Başarısız sonuçları bertaraf etme yolunda birçok,
Kendince doğru bildiği güzide öğütlerini sıralar...


Başbakanlığa bağlı denizcilik müsteşarlığı tarafından
Türkçe ismiyle Deniz Savaşları Hakkında Büyüklere Armağan
Olan bu nadir eseri iki bin sekizde yayınladı İdris Bostan
Umuda yaslanınca güneş fışkırsın diye sararan odalarımıza
Bir mavi masal yeniden demlensin diye günümüzdeki öz hayatımıza
*

Cihannüma;

Coğrafi yapıtların en önemli eseri
Osmanlı coğrafyası için çığırlık veri
… Kâtip Çelebi’nin iki kez yazdığı
…. Bin altı yüz kırk sekizde yazmaya başladığı
…..Cihannüma’nın ilki
……Klasik İslam coğrafyası temelindeydi.


Bu eserini henüz daha bitirmemişken
Noktayı son satıra, henüz değdirmemişken
…Eline geçen Gerardus Marcator’un atlasını
….Bir de buldu Fransız dönmesi Mehmet İhlas’ını
…..Latinceden Türkçeye çevirterek yeni bilgiler edindi.
……Ol Cihannüma’yı ikinci kez yazmaya didindi.


O günler coğrafyacılık bu günden çok daha zor işti
Derken yine Marcator’un Atlas Minor’una erişti
Bunların yanı sıra batılı coğrafyacılar olan
Ortelyus, Culuveryos ve Lorenz’in eserlerinden de
………Azami derecede yararlanmaya girişti
………. Doğal olarak eski Arap, İran ve Osmanlı
………..coğrafya eserlerini de kullandı…


….İkinci Cihannüma, dünyanın yuvarlak olduğunu
…..Üçte ikisinin suyla dolduğunu
Kanıtlamaya çalışan, fiziki coğrafya ağırlıklı
Bir bölümdür ki yazılan, yer kürenin merkezine
Belki de öbür yüzüne, kürek çeken dağarcıklı,
Yönelik olan bu eser, tüm dünyanın herkesine
……Bu giriş bölümünden sonra yazıp menzilde gider
…….Kristof Kolombo ve Macellan’ın
……..Keşif gezilerinden de bilgi verir, söz eder…

………Japonya’dan başlayarak tanıtır Asya ülkelerini
……….Yönetim biçimlerini, ekonomilerini ve tarihlerini
İnançları konusunda veriyor bilgilerini
İslam coğrafyasınınsa, yanlışa ilgilerini
El yazması yazılarla, kalemin kamerasından
Görülsün diye hatalar, satırların arasından
……………Okuyan gönüllere gösterir…


Bu yanlışların ve hataların
Kullanılmadık haritaların
Eksikliğinden ileri gelir
Diye açıklar, sözünü bilir.


İkinci cihannüma da anlatılan son yer Van’dır
Cahillerin muhabbette dövdüğü hep boş havandır.
Birinci cihannüması Osmanlı Avrupa’sıyla
Kapsar Kuzey Afrika’yı, batıyı ispanya’sıyla
Anadolu’yu da yazar, tüm güzel manzarasıyla
Dağıyla, taşıyla gözer, söze dizer ovasıyla
….Her iki esri cihannümada
……Ek olarak kullanılır elbet harita…

……..Cihannüma özünde
………Tüm İslam ve Hıristiyan coğrafyacılığının da
……….Özünde ve sözünde…
………...Temeli olan
Batlamyus Kuramına dayanmakla birlikte,
Aşkına keskin yolları, yaza çize geçmekte
Hem de o güne kadar, hiç yararlanılmayan
Osmanlı coğrafyası, adıyla anılmayan
…………….Batı kaynaklarını tanıtması bakımından
……………...Büyük önem taşımaktadır hatta...
*

Keşfü’z Zünun An Esamü’l Kütübi Ve’l Fuünun;

Kâtip Çelebinin en ünlü eseri batı da tanınan
Tanınan ve bilinen on dört bin beş yüz kitap ve risale eseri,
Eserlerin yazarları ve de isimleri Arapça yazıyla
Yazıyla, adıyla ve tadıyla
On binlerce eserden bilgi vermek maksadıyla yazılmış
Yazılmış bir bibliyografi sözlüğü olan eser
Eser geçmişten günümüze
Günümüze ışık tutan bir bibliyografi huzmesi


Bilim tasnifine ve alfabetik sıraya uygun
Uygun desenli bir kilim gönlümüzün kışlasına serilen
Serilip, derilip ve de düzenlenmiş
Özenilmiş ve bezenilmiş, yirmi yılda
Yirmi yılda bitirilip düze inilmiş…


*

Düstüru’l Amal Li İslahi’l Halel;

…Kâtip Çelebinin tarih felsefesini
….Toplum görüşünü açıklayan dil nefesini
…..Ve kalem sesini
Ortaya koyması bakımından, önemli olan bu eserini
Bir düşün hikâyesi dökülür, sanki yorgun vücudu terini


Bu emek dolu eser de kısa kısa dört bölümden
O gün dağlar düze düşer, dünden bu güne oluşur
Mevsimlerin en efsunlu sözcükleri dolup tümden
İbn-i Haldun’un etkisi, bu risaleye doluşur.


Yaşayan bütün toplumların da canlılar gibi
Ölümler ile sınırlanmış zamanlılar gibi
Doğup gelişip öldüğü görüşünü yineler
Dökülür der ülkelerde, düşer başaktan taneler…
…Bu dönemlerin uzunluğu ve kısalığı
….Yaşamda huzurlusu ve alığı
…..Toplumun yapısına ve kişilere göre
….. .Kendisine göre uyulan bir töre
…….Var olduğunu ve değişkenlik gösterdiğini
………İdrak etsin ister nesiller ve sineler…


Osmanlı toplumunun ömrünün uzaması,
Refah ve mutluluğa, çok huzura dalması,
Her zümreden insanın ders ve öğüt alması,
Yolunda çok gerekli, öğütlerini yazar
….Alınması gerekeli gördüğü önlemleri sıralar…
*

İlhamü’l Mukaddes Fi Feyzi’l Akdes;

Daha çok dinsel, konular tartıştığı
Önemli eser, yazmaya çalıştığı
Her bir satırda, kendini aştığı
Bilgi dolu, güzel eser


Dünya kuzeyi ülkelerindeki
Namaz ve oruç ibadetindeki
Zamanlarının bilinmesindeki
Bilgi veren, güzel eser


Şu dünyamızda güneşin doğduğu
Aynı zamanda hem bir de battığı
Bir yerlerinin olup olmadığı
Sorusunu soran eser


İnsan ki her ne, yana yönelirse
Mekke’den başka, kıble aranırsa
Tartışır yok der, eğer ki okunursa
Bu bilgiyi, veren eser


Arapça olan, ünlü yapıtında
Bu soruları, çok çalıştığında
Şeyhülislam'a, sorup açtığında
Doyurucu bilgi yok der


Bilginlere de, söyler sorduğunu
Bir yere varıp, orda durduğunu
Son bilgisini, bize derdiğini
Söylediği, güzel eser
*

Mizanü’l Hakk Fi İhtiyari’l Ahakk;

…Son yapıtı olan bu esrinde
….Dönemin bilginlerinin tartıştıkları
…..Doğru dedikleri fikirlerle çarpıştıkları
……İlimleriyle yarıştıkları
Konular hakkındaki yazdı düşünceleri
Karşıt düşüncelere öğütler hoşgörüyü
Kavga edercesine bilginler önceleri
Tartışmayın söyledi, bu güzel öngörüyü
………Temelsizdir dedi bunlar
………..Bunun zararlarını vurgular…


Bu eserin sonunda öz yaşam öyküsünü
Yer verip anlatır da, hayatın türküsünü
Anlatmıştır okura, bilinen görgüsünü
Gündüz ve gecelerde, an be an örgüsünü
…Çok ünlü bilinen eserleri
….Söyledim size
…..Yirmi üç eser hepsi, var daha diğerleri
……Hitap eder hepsi bize
…….Bilgi ve belgeye aç ise gönlümüze….


Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

13 Haziran 2010 Pazar

BÜYÜK VELİ KASIM ÇELEBİ (Gülce-Buluşma)















Büyük velilerdendi, yanardı bir mum gibi
O da bir çelebiydi, hem ki Kasım Çelebi
Bu şiirde de size, onu anlatacağım
Kulak verin, dil verin, dinleyin helebi
…Kendisi İstanbul da doğdu
….Her doğan bebek gibi ailesini sevince boğdu


Bilinmiyor ne zaman, açtığıysa gözünü
Anasına gösterdi, gülümseyen yüzünü
Belki de veriyordu, iyi bir evlat sözünü
Gözün açıp gördüğü, söyler sözün özünü
…Gülümseyerek kendisine bakan meleğe
….O da gülümseyerek eder mukabele…


Sevgili babası Edirne kadısı
O ki adaletin, adilce yankısı
Muhammed Cemali Efendiydi adı
Olmazdı hukukta dünyalık gaygısı
…Böyle bir babanın oğlu olarak
….Büyüdü, yetişti dünyada
…..Dimağına hak hakikat dolarak.


Kasım çelebi uzleti, seçti de ilk önceleri
Seçti insanlardan uzak, günleri ve geceleri
…Yalnız başına tenha yerlerde
….Dolaştı dağlarda, ovalarda ve derelerde.


Çağlayıp akan giden zamanın bir yerinde
Değerli ağalardan, sarayın bir ağası
Bir dergâh hayratıyla, bir de cami erinde
Yapar güzel eseri, niyet Allah rızası
…Memleket menfaati ve ilim yuvası
….Olsun istedi dahası, insanlığa faydası
…..Ve bu değerli vakıf inşaatın bitimi sonrası.


Evliya bir zat olan, halife çelebiden
Ol bir talebesini, bu dergâhta irşaden
Yaymak için hak yolda, hakikat bilgisini
Görevlendirmesini dileyince ricalen…
…Allah dostu halife çelebi
….Bu arzu üzerine gönderdi bir talebesini
…..Tenha yerlerde Allah aşkıyla dolaşan


Yunus gibice dostlara ulaşan
Nice sohbetler ederek konuşan
…Kasım Çelebiyi getirtti
….Saçını tıraş ettirtti
…..Yeni elbiseler giydirip,
…...Saray ağasının yaptırdığı
……Dergahta görevlendirdi.


Kovalardı geçerken, Günler günlerini
İlahi aşka eder, umutla ünlerini
Dolu dolu yaşamak isterdi dünlerini
Günah ve hatalardan pakladı önlerini
…Kasım Çelebi bundan, bir zaman sonra
….Hadım Ali Paşanın kendisine
…..Sevgi ve muhabbeti sebebiyle.


Bir dergâh bir cami yaptırmasıyla
Geçmesini ister camiasıyla
Aşkı ve hoş görüyü dokudu orda
İrşat helvasını bilgi tasıyla
…Dağıttı ilme koşan talebelerine
….çıktılar bu yolda zirvelerin tepelerine…
…..İlim ve ibadetle meşgul oldular.


Mecburiyet halleri hariç
Dergâhtan da Kasım kendisi
Dışarıya çıkmadılar hiç
Ol Osmanlı beyefendisi
…O bir efendiler efendisi


Kerametleri çokça görüldü.
Dudaklarında zikir örüldü
…Bir sevdanın gamzelerini özlerken
….Hep tebessüm yüzüne sürüldü.


Vahdete vuslat, yaklaştığı zaman
Kasım Çelebi, bunu anladığı an.
…Dergâhtan çıkıp, Baba Nakkaş semtine,
….Giderek burada bekledi ölümü kendine…


…….Sevdikleri kendisine;
‘Efendim bu zayıf ve hasta halinizle
Yol aydınlatan nur yüzlü cemalinizle
Niçin gidiyorsunuz bu tenha yerlere
Dönseniz dergâha da öz mecalinizle
………Orada kalıp istirahat etseniz’ dediklerin de.


Dedi onlara;

‘Biz ki Allah ü Teâlâ’mızın Lütfuna
Buralarda kavuşmuştuk aşkın kutbuna
Buralardan ahrete sefer edelim
Arzu ederiz dosta vuslata gidelim
…Hem biz burada merhum olursak daha iyi olur’
….Buyurdukları o gecenin sabahında.


Yaratana açıldı sevda kapısı
Topraktandır insanoğlunun yapısı
Tek hakikat bu döner gider toprağa
Döner sonbaharında düşen yaprağa
…Yıl bin beş yüz on dokuz da
….Arzu ettiği gibi huzurla
…..Vefat edip kavuştular ulu dosta…


…….Kıymetli talebelerinden biri
……..Allah’a en çok sevgili, arıyordu bir pir’i
………Bir kutup görmek dilerdi
……….kafasını bu işle meşgul ederdi…
Kutup ne demektir derseniz ki eğer
Bilir ve söylerler konuşan tüm değer
Devrin en büyük yaşayan velisidir.
Her devrin bir kutbu, olur imiş meğer…


Kıymetli talebesinin aklı hep buna kayınca
Kasım çelebi de onun bu arzusunu anlayınca


Bu talebesini bir iş sebebiyle
Bursa’ya gönderdi hemen gemiyle
Talebe giderken deniz seferiyle,
Bir fırtına çıktı su döndü deliye
…Nasıl oldu anlamadan bir anda
…..Buldu kendisini bir adanın ortasında.
……Adada dolaşmaya durdu yalnız başına


Neticedeyse yemyeşil çimenliklere oturdu
Etrafta kimseler var mı deyip de bakınıp durdu
Etrafta kimseler yoktu, yüzüne şaşkınlık vurdu
Akşama kadar da orda kendisine yolu sordu
…Rabbine yardım etmesi için dua ediyordu
….Akşam olunca adanın her bir yönünden
…..Kendisine doğru geldiğini gördü.
……Bir ara aralarında bazı şeyler konuştular.
…….İçlerinden birinin yüzü örtülüydü
……..Yakınına doğru gelip tam orta da buluştular.


Sonra da cemaat halinde, akşam namazını kıldılar
Yüzü örtülü olandı, imam olup öne durdu.
Akşam namazı bitince, on dört el göğe bakıp
Nurlu yüze sürüldüler, o ki hala bakıyordu
Geldikleri yöne doğru, sonra her birisi kalkıp
Mekândan yürüyüp gitmeye, hızlıca yola koyuldular
…Talebe onların yanından ayrılıp gittiklerini görünce
….Feryat edip dedi, beni de görün ne olur gitmeden önce


……Bunun üzerine
Yüzü örtülü olan döndü de talebeye
‘oğlum niçin hocanla kanaat ediversene
Ne diye başka kimse, başka kutup ararsın
Beynin aynalarına, kutup kim der sorarsın
…İçinden kutup görme arzusunu çıkar’ dedi.
…. ‘Öz hocan sana yeter’ dedi.


Talebe dikkatli baktı şaşkınlık ile yüzüne
‘Peki, efendim’ diyerek utanma geldi özüne
Tövbe dedi pişmanlıkla, yön verdi titrek sözüne
Dikkatlice baktığında, görünüverdi gözüne
…Kutup diye aradığının, kendi hocası
….Kasım Çelebi olduğunu, anladı açıkçası…


Büyük veli Kasım Çelebi, talebesine tebessümle
Bakıp gülümseyip söyledi, kalasın gözümle başımla
Oğlum sen arkadan gelirsin, bizim işimiz var acele’
Deyip oracıktan ayrıldı, talebesi koşar hışımla
…Kırk gün sonra İstanbul’a döndü.
…. Dergaha geldiğinde, sözcükleri bir tersti bir öndü
….. Hocası Kasım Çelebi’yi sordu
…… Üzülerek onun hakkın rahmetine vuslat ettiğini gördü.


Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

9 Haziran 2010 Çarşamba

SULTAN BİRİNCİ ÇELEBİ MEHMET HAN(Gülce-Bahçe)




















Kahramanlar yatağı, Türk yurdu Anadolu
Birinci Mehmet bir bey, o Beyazıt’ın oğlu
Bin üç yüz seksen dokuz yılı güzünde doğdu
Süleyman şahın kızı, anne Germiyanoğlu
…Devlet Hatun’un börtü böcek su içer elinden
….Küçük oğul Mehmet
…..Küçüklüğünden itibaren
…...Devrin en yüksek alimlerinden


Kahramanlar büyüsün masalda dev misali,
Eğilsin öpsün gökler bizim nazlı hilâli...
Olsun ulu devletim devletlerden de âli
Daraldığımız yerde gelsin genişlik hali…
…Dercesine din ve fen ilimlerini
….Kılıç kuşanım ve kullanım yöntemlerini
…..Özen ve itinayla öğrenirde…
…… Bursa Sarayında tamamlar tahsilini


Bin üç yüz doksan üçte, devlet idaresinde
Kazanıp ta tecrübe, hazırlıklı ve zinde
Olmaya görev aldı, Amasya beyliğinde
Sultan Yıldırım babası, Mehmet onun emrinde
…İlk görevinde, etti ilk sancak valiliğini…
….İkinci Osmanlı padişahı Murat Hüdavendigar
…..Kosova Savaşında alınca şahadetini
……Padişahlık babadan oğla yadigar,
…….Babası Beyazıt aldı önce saltanatta yerini
…….Şecaat ve süratinden aldı Yıldırım ismini…
……..Kazandığı nice zaferden sonra


Bin dört yüz iki yılı içersinde
Ankara’daki ihanet dersinde
Yakınları ki; ihanet edenler
Allah onlara, hidayet versin de…


İşte bu en son muharebesinden
Zalim Timur’a esir düşmesinden
Haberdar olan Mehmet en tezinden;
Babadan oğla, sen olsan ne dersin?
…Oturur hemen koltuğuna…
….yoksa dünya, evet dünya
….On bir yıllık fetret devri bilemezdi…
…..İmparatorluk kendiliğinden yürümezdi, büyüyemezdi.
……Osmanlı padişahlarının beşincisi
…….Sultan birinci Mehmet Çelebi

*

‘İlk
Önce
Devleti
Osmaniye,
Onun bekası
Her şeyden öncedir’
Dedi üstün zekâsı…
Devletin birliği için
Büyük mücadeleler verdi.

İlk
Önce
Kardeşi
Süleyman’ı,
Yıl bin dört yüz on
Sessiz ve hemence,
Bin dört yüz on üç ise
Diğer kardeş Musa’yı
Ve de İsa’yı tasfiye etti.

*

Edirne de çıktı tahta
Yol aradı durdu hakta
Dua eder hep dudakta
Rabbim olsun yüzüm akta
…Kolay olsun hesabım
….Güzel olsun hesap günü amelim
…..Dedi çıktı yola…


Osmanlı Devletinin birliğini sağladı
Karaman beyini de esarete çağladı
Sonra etrafındaki beylikleri bağladı
Ona sözünü etti, kesin kez söz bağladı


‘Bir daha Müslüman’a hiç saldırmayacağım
Onları darda görsem yardıma koşacağım
Yücelerde de yüce dağları aşacağım
Ben sana sadık olup, emrinde kalacağım’
…Diyen Karaman beyini azat eyledi.
….Çandar Beyliğini de hakimiyetine alıp,
…..Toprağını da Osmanlıya peyledi.
……Bin dört yüz on beşte
…….Venediklilerle ilk deniz savaşını yapan


‘Bünyemizde birleşsin hak yoldan çıkanlar
Yok olsun hak dururken çok zorbalık yapanlar!
Şeytana köle olup, hep şeytanlık satanlar
Önümde çöksün dize, nice böyle sultanlar!...’
…Diyen Çelebi Sultan Mehmet han
….Han’ım dedi hanlık eyledi…
…..Bin dört yüz on altı ve de on yedi de
……Avrupa’ya akınlar düzenledi.

*

Büyük zaferler kazandı, Tuna gördü hilali
Bin dört yüz on dokuz da yine geçildi Tuna
Harpte öldü voyvoda tüm Eflak şahit buna
Kardeş geçer yerine Türk’ü kesin bilmeli


Göklere bizim zaferi çizsin kocaman kartal
Yaprağını dökmesin sokaklarında canlar
Bizim felsefemiz bu, belki kardeşi anlar
Olmasın bu düşümüz unutulan bir masal


Dedi sultan çelebi, bu yolda hal eyledi
‘Gönlümde sönmeyen bir fetih sevdası var
Biliyorum bu nesle bu topraklar gelir dar!’
Bakalım devamında daha neler söyledi:


“Bir gün düşer ölürüm diye derde dalarım
Sahip çıkın mirasa diye selam salarım”

*

Dedi de Türk oğluna devam etti yoluna
Sahip çıktı tahtına vatan bizim oluna
Gelsin diye imana hoş görürdü Rum’u da
Göğüs gerdi isyana, her zaman sak buluna


Hâkim olduğundan beri, ülkesine tek başına
Dikkatle takip ettiği Şeyh Bedrettin isyanına
Bu sinsi ayaklanmaya tezden dur demeyi bildi
Yakalanan isyankâr şeyh, huzuruna getirildi
…Devrin en önemli hadisesi
….Hakkın ve halkın yalancı sesi
…..İslam’a uymayan sapık fikirlerin bahçesi
…...Ulemanın fetvasıyla idam edildi.

*

Yetmedi gardaş, han yolun tutarken
Timur yanında, korkudan pusarken
Gün şafağı da yalayıp yutarken
Çıka geldi belki erken


Adı düzmece Mustafa Çelebi
Kardeşti oda sevdi gözü gibi
Tutmasın dedi devletimin dibi
Yeni verdi hemen erden


Kaçtı sığındı Bizans hakanına
Yakışmadı bu şehzade şanına
Şeytan girmişti mutlaka kanına
Aklı gitti belki serden


*

...Bin dört yüz yirmi birdeki
Bu olaydan çok kısa bir süre sonrasında
Yirmi altı mayısın bir bahar havasında
Edirne’de avlıkta avlanma ortasında
Rahatsızlık belirdi Şah Mehmet’in şahsında
…Vefat edeceği sırada
….Lala Beyazıt paşayı çağırdı.
…..Halef olarak yerini oğlu Murat’a ayırdı…
…...‘Bana karşı göstermiş olduğun gibi
……İtaat ve sadakati göster ona da’ dedikten sonra …


‘Amasya’dan Murat’ı tez elden getirmeni
O gelmeden emri hak, bulursa ecel beni
Kargaşa olur aman; oğlum Murat gelmeden
Duyurmayın kimseye, bekletin benim teni’
…Deyip etti de vasiyetini.
….Bir müddet sonra hakka yumdu gözlerini
….. İlk kez bir padişahın ölümü ki;
……Vasiyeti üzere Murat gelene gizlendi


Sonra beyaz kefene, yedi kat kefenlendi
Tekbirlerle cenaze, töreni düzenlendi


Edirne’den Bursa’ya getirilerek naşı
Yeşil Türbe mekânda toprağa döndü başı
Akar hala ora da sevenlerin gözyaşı
Görmeyiz ve bilmeyiz bakarız biz hep şaşı
…Osmanlının ikinci kurucusu, beşinci başı
….Güçlü ve kuvvetliydi, kırardı sıksa taşı
…..Sabırlıydı, azimliydi, sözünün de eriydi
……Sekiz yıllık saltanatı boyunca
…….Allahın dini İslam’ın hizmetindeydi…

*

Küçük büyük demedi, cihat yoluna daldı
Yirmi dört muharebe meydanında can aldı
Kırka yakın yarası beyaz bezle sarıldı
Şahadetin şerbeti, sultan Mehmet’e baldı
…Memleketindeki tüm insanlara refah derdi
….Diğer Müslümanlara da pay verdi
…..Resulallahın mübarek komşularının duasını almak için
…...Onlara hediyeler gönderdi…
……Sürre alayı adı verilen heyetle gönderilen hediyeler;
…….Mekke ve Medine’deki mübarek yerleri imar edeler,
……..Fakirler ve yoksullar yiyeler diye
……… Allah yolunda harcanması için hibeler ederdi…


Memleketin imarına büyük önem veren Sultan,
Bursa'da Yeşil Türbeyle bir cami ve bir medrese
Muhtaca mihrap olmaya imaret aynı adrese
Sıcak bir yuva bulsunda üşüyen olmasın kuldan
…İdi onun tek amacı tek düşüncesi
….Hem de ibadethane ve eğitim yuvası
…..Hakka yükselmenin tecellisi…


Olsunda halkım çıksın Musa gibice Tura
Zulüm yıkılsın gitsin dünya dolsun nura!
Çok ulvi iştir bilsen, bu fikir hakikaten
Onun için Edirne de bir cami ve bedesten
…Amasya’da oğlu Kasım için de bir türbe
….Yaptırdı kısacık saltanatı ömründe…

*

Kasımda başka
Vardı daha evladı
İkinci Murat
Yerine veli ahtı


Diğeri Ahmet
Yusuf’u dahi vardı
Mahmut adında
Muhammed’in adaşı


İki de kızı
Osmanlı kerimesi
Selçuk Hatunla
Fatma da kızlarıydı.


Bilin ey dostlar
Çelebi Sultan Mehmet
Nasıl bir kişi
Ne kadar hünerliydi


Orta boyluydu
Yuvarlakça gözlüydü
Çatık kaşlıydı
Teni de beyazsıydı


Geniş göğüslü
Ve dahi kuvvetliydi
Çokça cesurdu
Gayet hareketliydi


Güreş tutardı
Yay kirişi çekerdi
Başında sarık
Altın işlemeliydi


Kürklü kaftanın
Yakası dikilmeydi
Dimdik dikilip
Afiler dökmeliydi

*

Müslüman halkına hep davrandığı gibi
Hıristiyan’a da Adalet ve hoşgörü
Gösterip değer verdi, yaratandan ötürü
Dışlamadı gel dedi, oda Mevlana gibi…


Kılıcını çekenle mücadeleye durdu
Haykırdı da asrından gelecek asırlara
Allah büyüktür sesi, asıldı rüzgârlara
Müslüman Türk halkına yan bakan başı vurdu


Allahın hak yolunda düşmana kılıç çekti
‘Dört Halifeyi düşün İslam’a hizmet iste
Zerre kadar kötülük koyma beyninde, histe’

Dedi o şiirinde, cesurdu gözü pekti
Unutturmak isterler, ben hala unutmadım
Başaramasam bile, başka bir yol tutmadım

*

…Diye seslenirim bende şimdi ona
….Benim dilimden benim sözümden;
….. Kulak verem, dil verem şiirinin tamamına
Bütün dünya sana düşman olsa bile
Yardımı da ancak Allah’ından dile
……Erenlerden dua ve himmet iste…


Allah’ın yolunda kılıç çek düşmana
Bunun için sen ki niyazda buluna
……..Dört halifeyi hatırla İslam’a hizmet iste…


Ey beyni kötülük dolu şeytan kimsen
Eğer kötülüğe susamış kalbim sen
………Susuzluk çeşmesinden gül şerbeti iste…


Sen geçeni bırak yolunu bırakma
Delikli demirle taştan bile korkma
……….Demiri eritip yok eden Rabbinden kuvvet iste…


Ey Mehmet sakın ki; farklı düşünenden
Muhaliflerinden asla yüz çevirme!
Hep istişare et, dinle söyleyenden
Fikri küçük görüp sala çam devirme!
…………sonra düşmanı yurttan sür, genişlik iste….


Feyzullah Kırca
Akbaşlar köyü / Dursunbey

EMİR VERDİ YİNE














Ne zaman ki bir ses etsek İsrail vahşetine

Kürt hareketi hız verir vur kaç dehşetine
Bilirdik halk olarak yine bildik, emir verdi yine
Türkün kolunu bükün ses etmesin diye maişetine


Bu sefer değil ama bu sefer kesinlikle değil
Kolumuz yerine bacak kopsa katil İsrail
Bu sefer taviz yok, bu sefer kesinlikle sen eğil
Senin yaptığın hiç bir şey değil haklı ve adil


Ne ki bir yere haksızca topla tüfekle girmek
Sapana karşı roketle güçlü imajı vermek
Senden habersiz yolda gideni yere sermek
Ancak sana yakışır bunun zevkine ermek


Sana ve milletine vaat edilen, hiçbir şey yok
Sana ve zihniyetine alkış tutana cehennem bile çok
Öldürmek değil yaşatmak zor, bunu kafana iyice sok
Atom bombası atsan da haksızlığa susacak yok



Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

DOKTOR AHİ AHMET ÇELEBİ (Gülce-Buluşma)
















Bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin
Farkına varsa biliyor gibi yapan, bilmediğinin
…Yüzümün çizgileri sanki ömrümün atlası
….Sanki dünyanın uçurumları,
…..Yıkıntılarımla dolu bir engebeler atlası


Her şeyi iyi yanından görmeyi
Umutsuzlukta bile umut örmeyi
Merhemdir diye Derde dert sürmeyi
Hangi hekimler belletti bil bize…
…Bunu demek için geleyim söze
….Biraz da ışık tutayım tarihe, geçmişe


Her şeyi bilirim diyen, benliklerce unutulan
Hipokrat yemini etsin, diye okul okutulan…
Belki bu gün doktorlarca, bilgiden uzak tutulan
Ahi Ahmet Çelebiden bahsedivereyim size…


…Dünya onu ahi çelebi adıyla şöhrete boğdu
….Bin dört yüz otuz iki yılında dünyaya doğdu
…..Geçer adı;
Kaynaklarda Mehmet, Ahmet ve Mahmut
Olsa ne fark eder, ismi Nuh ve Yakut
Ünlü çelebimiz, o bizim Ahi’miz
Ünlü hekimlerden ünlü şifahimiz
… Tabip Kemaleddin babasıdır, doktorlukta dâhimiz,
…. Mevlana Kemal der ona halk bir başka ifadesinde
….. Bulunmuştu hekimlik görevinde
……Fatih Sultan Mehmet ve ikinci Beyazıt devrinde…


Aslen Tebrizli olan Ahi Ahmet Çelebi
Babasından almıştı ilk tıbbi bilgileri
…Ölümünden sonraysa devrin büyük hekimleri
….Altuncuzade ve Kutbuddin verdi tıbbi birikimleri
…..Kısa zamanda ilerletti mesleki bilgileri…
……Kastamonu da Candaroğlu İsmail beyin hizmetinde


Başladı işine çalışıyordu
Yavaş yavaşta alışıyordu
Gecelerinde mum ışıyordu
Günler günlere akışı yordu
….Sonra bu beylik Fatih Sultan Mehmet han tarafından
…..Osmanlı devletinin topraklarına ilhak ettiğinde
……İsmail beyinde Rumeli’deki kendisine verilen yere gittiğinde
…….İçinde bıraktığı düş yaprağını
……..Yedi tepeden dünyaya ve İslam’a göz kırpan toprağını
………Peygamberin müjdelerin müjdesiyle müjdelediği
……….Bir gün İslam’ın koruma merkezi olacağını hissettiği;
………..Bizim Ahi Ahmet Çelebi
…………Kendisi içinde şehirlerin en güzeli, güzel şehir İstanbul’a gitti.
………….Mahmut paşa da açtığı bir yerde mesleğine ilk akını etti.


…Derken;
Fatih Darüşşifasına oldu öncesinde hekim
Hekimlerin başı oldu, sonrasındaysa nitekim.
Hekim olup hastaların yüzünü güldürmeye
Bilinen hastalıkların defterlerini dürmeye…


……Devam ederken görevine severek
..….Başhekimde olunca görevde yükselerek
…..İkinci Beyazıt döneminde düştü yolu hassa hekimliğine
Hassa hekimliği de, nedir ki demeden siz
Dile ve söze gelip, diyelim kısaca biz


Saraydaki görevli hekimler ki hassa hekimi
Onların başına da denirdi saray başhekimi
…Hastaneleri, tımarhaneleri ve tıp medreselerini yönettiği
….Resmi ve özel sağlık görevlilerini tayin ettiği
…..Bir görevdi saray başhekiminin yapıp ettiği
……Emirlerindeydi, Cerrah başılar, Kehtalbaşı’ların idaresine bakardı
…… Hekimbaşılarının sağlık işlerinde geniş yetkileri vardı
……. Ayrıca görevleri arasında
…….. Yeniçeriye hassa hekimlerinden, hekim başı tayin etmek
……… Osmanlı devletinin sağlık işlerini yönetmekte vardı.

…......Devam etti bir müddet bahsettiğimiz hassa hekimliğine
……Yükselemese de saray baş hekimliğine
…...Hayat yolu uzayıp gider mutfak amirliğine.
Yol uzun dedik bir kere, hekimbaşılığa döner
Yavuz sultan zamanında görevine devam eder
Mısır seferine çıkan, yavuz ile seyrüsefer
Nasip eder hekimbaşı Ahi Çelebiye kader
…Kâbe’ye yakın giderim diye yanaklarına yaş düşer
….Ruhundaki güneşlere sıvanır bütün gülücükler

Kanuni sultan Süleyman zamanına da yetişen
İnsanlara hizmet için, bir nefes sıhhat çekişen
Ahi Ahmet Çelebi ki, Mevla’m eylesin gözü şen
Onun ömrü uzadıkça sözün şavkı yere düşen
…Bin beş yüz yirmi üç yılında
….Hac farizasını edip, Mısır seferinden dönerken
…..Ecel gelip sözünde şavkı da, kahire de sönerken
……İmam Şafinin kabri civarına edilmiştir defin
…….Öldüğü sırada vücudu kuvvetli, dişleri sapa sağlam
……..Yaşı dersen doksanı çoktan geçkin.

Birazda eserlerinden bahsedivereyim size
Azıcık kulak, göz ve dil, verirseniz eğer bize
Boşluğa nida söylerim, gidiyor sözüm dehlize
Hitap eder belki göze, belki gelir dil de dize

......Onun zamanında Edirne iline bağlı
….Osmanlı evleri vardı kapıları yola açılan sollu sağlı
Bir ilçe merkezi olan Ahi çelebi adında
Arpalık diye verildi kendisine bu kasaba
Çalıştı hep bir şeyleri alın teriyle üretmeye
Yalan katmadı sözüne, haram katmadı hesaba

……..İstanbul’da bir hamam ile
…….Çok sayıda dükkândan meydana gelen
……Bir varlığa sahipti bile…
…..Edirne’de yaptırdığı mektep ve medrese
….Bir de mescit İstanbul yemiş iskelesindeki adrese
Kanlı Fırın mescidi olarak da bilinen
İşte bu imaretlerin emrine vakfedilen
Gelir fazlasınınsa Medine fakirine
Gönderilivermesi vasiyeti edilen
…Hasenatı yaparken gözün kırpmadı ibadet kastı ile
….Büyük sevaba koştu, tasattuk olsun diye nafile…

…Kanlı fırın Mescidi dediğimiz
….Ahi Çelebi Camii olarak bildiğimiz
…...Evliya çelebinin Şefaat derken seyahati istediği
……Böyle bir hatırası olan bu güzel camii
…….En son Mimar Sinan tarafından tamir oldu bildiğimiz.
Ne yazık ki cami, bu gün tek başına
Duvarı çatlamış, sıvası dökülmüş
Sıvalar çürümüş, küf tutmuş taşına
Belki çinileri, yerinden sökülmüş

Cemaatini kaybetmiş haldeydi
Restorasyonu ise hep dildeydi
…Hız verildi iki bin yedi yıllarında
…..Vakıflar genel müdürlüğünden bitirmesini
……İbadet edilir hale getirilmesini
……..Bekliyor çağımız ve halkımız ibadet yollarında…

Belki de bekliyordur, Ahi çelebi bunu
Bakıp ağlıyor belki, damıtır göz suyunu
Bir camimize sahip çıkamadılar diye
Ayıplıyor belki de kendisi öz soyunu…

Bu gün İstanbul’umuzda bir mahalle
Edirne vilayetinde bir köy ile
Bulgaristan da püfür püfür bir yayla
İsmi anılır dillerdeki nidayla
…Taşır bu mekânlar Ahi Çelebi adını Hala…

Yazdığı en önemli neşriyatı eseri
On bölüm halindeki kitaplardan seri
…Taşlara dair Böbrek ve mesanede meydana gelen
….Risale-i Hasatül Külâ Vel Mesane de verir bilgileri…


…Bundan başka Farsça yazdığı
El Fevatüs Sultaniye Fil Kavaidi Tıbbiye
Birde Risale-i Fit-tıp ve Mesnevi Fit-tıp diye
….İki Türkçe eseri daha tespit edilmiştir ki
…...Hepsi tam birer bir külliye.

Bilgi dolu hazine, insan adlı beşere
Hekimlik üzerine ‘Mucez’ adlı esere
El emeği göz nuru akıtmıştı Ahi’miz
Onun güzel eseri, bilmesek de sahimiz
… Neşredilmiştir Arapçadan dilimize
….Evladım sen oku öğren diye.


Feyzullah Kırca
Akbaşlar köyü / Dursunbey

3 Haziran 2010 Perşembe

BİR KELEBEK GÖZLEDİM(Gülce-Üçgen)















Bir
Gülüş
Yansıyor
Bak yüzüme
Pembe bulutlar
Hayaller deriyor
Beklerim seni gel gir
Olsa da boynum bükülmüş
Gör bak sevdan kaçtı gözüme...
Dinle bak, can kulağınla dinle
Zaman hep senli şarkı söyler gönle.
Sevda şarkımsın, dilimden hiç düşmeyen
Gel bebeğim gül çiçeğim, sen ki fesleğen
Kardelensin okşadım, kokun çıkmaz elimden
Bir kelebek gözledim asla gitmiyor gözümden...









Bir
Yasak
Şehirsin
Hatırlatır
Sanki her sözün
Çakmak çakar yakar
İşveyle bakan gözün
Acım damlar yüreğime
Geç anladım yar, götürdüğün
Yol, bildim bize imkânsız diyar...
Bildiğim bir şeyde sevdam dillerde!
Gel gönlüme gül çiçek, beyaz kelebek
Güneş ilk ışığını yaysın öbek öbek
Yeniden mehtabı görelim bizim ellerden
Bir kelebek gözledim asla gitmiyor gözümden...









Bir
Çılgın
Atımdır
Sana sevgim
Dur bilmez akar
Sadece sen der yar
Eser bir deli rüzgâr
Sen diye hoplar yüreğim
Gel omzumdaki sağ küreğim
Çıkalım aşkın enginlerine
Dünyanın kahır dolu günlerine
Kavuşmak yok deyip giden yönlerine
Çomak sokalım mutsuzluğun inlerine...
Şah damarım senden atan canım yoldaşımla
Bir kelebek gözledim asla gitmesin gözümden...








Feyzullah Kırca
Akbaşlar köyü / Dursunbey

GİY MAVİ YELEĞİNİ(Gülce-Sonem)


Saçlarımı sıvazlar, sevgi dolu ellerin
Uçurum yamaçların, garip dağ lalesiyim
Sana kurguladığım, ne düşler kalesiyim
Damarlarıma işler, narince ses tellerin

Ruhumun özlerinde, yanar sevda ateşin
Damarlarımda her daim, çağlayıp akıyorsun
Gönlümü ferahlatan, gözlerle bakıyorsun
Şu yaralı gönlümde, olamaz başka eşin
Ey benden çok sevdiğim, bir tek seni dilerim
Bırakma gel can özüm, dünyada bir başına
Sen hiç ağlama gülüm, kurbanım gözyaşına

Gülen gözde yaş görsem, senden önce silerim
Hemen eleyip asma, gök gözlüm eleğini
Gitme! Gel sevdamıza, giy mavi yeleğini…
Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

LAGARI HASAN ÇELEBİ(Gülce-Buluşma)



















…İnsanın içini aydınlatan güneşin altında
….Bulutların aheste bir seferi vardı
…..Göğün uçsuz bucaksız maviliklerinden
……Yağmur ha yağacaktı, ha yağardı
……..Ve bin altı yüzlü yılların başlarında
Çelebilerden bir çelebi daha
Bir adım attı şu fani hayata
Hasan çelebi yaşama ilk defa
Hoş geldi de getirmişti sefa
………..Masumca bir gülümsemeyle baktı…


…Çelebi dost, çelebi terbiyeli, çelebi bilge
….Gökyüzü masmavi gülümsedi de
…...Bulutlar etti ona serin serin gölge
……Hasan Çelebi’nin lakabı da vardı
Anlamı zayıf, cılız ve de çelimsiz,
Her insan gibidir oda çokça aciz
Vardı yüreğinde sevdaya dair iz
Gizlerdi belki de esrarengiz bir giz
……….Belki de beslenmede yetersizdi, lagardı…


…Lakin Lagarı Hasan Çelebi
….Bin altı yüz otuz üç yılında
…..Uzaya ilk çıkan insan olmayı başardı.
Siz nerden çıktı ki bu uzay da demeden
İçinizse meraktan içinizi yemeden
Gireyim hemen söze, haber vereyim size
Unutulan gerçekten, bahsedeyim çelebiden
……..Bu Lagarı Hasan Çelebi hakkında
………Bildiklerimi anlatayım ben size kestirmeden…


Gerçek efsaneye göre, roketle dikey uçuşu
Başarıyla gerçek kılan, ilk insan Lagarı Hasan
Unutulmamalı füzenin ilk kurucusu oluşu
Ünlü bir bilim adamı, o bir Türk roketle uçan
…..Füzeciliğin atası
……Bir şeyler yapabileceğinin farkında
……..Uykusuz gecelerinin sonrası


Yorgun gözbebeklerinin, uykuya hasret olması
Bir şeyler yapabilmenin, umuduyla yorulması
Yetmiyordu bol bilgiyle, çokça şevkle dolması
Gerekiyordu mutlaka, bir maddi kaynak bulması


Çok zorlu ve uzunca, doğumun sonrasında
Ömürlük iç kemiren, bekleyiş arkasında
Dördüncü Murat han ki; Kızı Kaya Sultan
Dünyaya geldi diye, sevinçler ortasında
…Doğumun ebesi hekimbaşına
….Dedi söyle isteğin nedir Allah aşkına
….. Dedi Hekimbaşına;
……‘Saye-i şahanede yoktur bir derdimiz
…….Cenabı Kibriya’dan ömrü şahanelerinizin devamını dileriz’.


Dördüncü Murat han yine deyince
Mutlaka ki bir şey, de! İsteyince
Ol bu arzusunu yineleyince
Dökülür dilinden, bil ince ince…
…..Vardır büyük teyzesinin
……Okumasına da yardımcı olduğu
…….Küçük yaşta yetim kalan bir oğlu


Zeki bakışlı gözleri, çağıl çağıldır çakışlı
Geleceğe gerçek düşle, umutlu ve de savaşlı
Kocaman gönlü sevgiyle, hoşgörüsüyle nakışlı
Yetimlikten ve yokluktan birazcık kavruk bakışlı
…..Lagarı Hasan çelebi’nin
……Kaynak bekleyen projesi diline dolaştı.

………Ve Hekimbaşı dedi hünkâra cesaretle;
‘Malumu şahaneniz de, bilir devletlû sultanım
İsa Nebi göğe uçmuş, diler ki benim Hasan’ım
Sizin Devri Dilara’yı, saltanatınız altında
İcat ettiği aleti, denemek ister aslanım
…..Benzeri daha önce hiç olmamış,
……Bu deneyi gerçekleştirmek niyazındadır…’ dedi.


Osmanlı padişahı, Dördüncü Murat hakan
Kızı kaya sultanın, verdiği mutluluktan
Deneye izin verdi, haberi duyduğundan
Lagar sevinçle doldu, hemen işe koyuldu.


Elli okka barut ol macunundan
Yedi kollu fişek, icat ederek
Hünkâr huzurunda, Sarayburnu’ndan
Fişeğin üstüne, hemen binerek
………………deneyiverecekti…


Ol padişahın bulunduğu yere
Ancak uzaktı belki elli metre
Ulu Allah’ım bir selamet vere
Deyip en içten dualar ediyordu…
…Lagarı Hasan Çelebi
….Hedefine adım adım yürüyordu…
…..Yedi kollu roketi hazır bulunuyordu…
……Bin altı yüz otuz iki yılının güzel bir yaz akşamında
….....Dördüncü Murat hanın yanında
……..Dönemin ileri gelenleri
………Sinan paşa köşkü önünde hazırlanan yerde
……….İstanbul halkı boğazın her iki kıyısında
……......Hatta bir kısmı denizdeki kayıklarda
…………Alınmıştı çoktan yerleri, bekliyordu meraklı gözleri


Huzura çağrılan Hasan Çelebi
Sultan makamına, hürmetin verdi
……..…Padişahım seni Hüdaya ısmarlarım
……..….İsa Nebi ile konuşmaya gidiyorum dedi.
……..…..Koşarak gitti oturdu yedi kollu rokete
Ta ki kendisi için hazırladığı yere
Haydin bire be yakın! Der yeniçerilere
Aynı anda yedi kol, yedi tek meşaleyle
Ateşlenir de roket, bu işaret üzere
…Bir anda büyük bir hızla göğe dikey ilerledi.
….Bizim Lagarı Hasan Çelebi
….. Çıktı da göğe üç yüz metre boyunca
……Yaklaşık yirmi saniye havada kalınca…
……..Ateşlenmiş barut macunu, kaybedince gücünü
………Roket yere inmeye başladı.
………. Lagarı Hasan bunu da hesapladı
………..Önceden kartal kanatlarını hazırladı
…………Açtı kollarına bağladığı kanatlarını
………….Martı gibi süzülerek Marmara’ya
…………..Meraklı gözler arasında düşen bir yaprak gibi…


Tarihi Sinan Paşa, köşkünün tam önünde
Kendini buluverdi, deryanın içinde
Henüz elbiseleri, ıslak bir biçimde
Huzura getirilip, zemini öptüğünde
…‘Padişahım İsa nebi size selam söyledi’ dedi.


Padişah bir kese altın ihsan eder
Yetmiş akçe ücret verip has bel kader
Sipahi yazılsın diye ferman eder
On gün süresince sipahilik eder


Sonra hinoğlu bir hinlik ederek
Kızlar ağası huzura gelerek
Biraz ezilerek, az büzülerek
Şahane icattan bahis ederek;
…...‘Şevketlü padişahım bu icada binerek
……..Bir gün Saray-ı Hümayuna inilerek
………Zatı şahanenize kast edilebilse gerek’.


………….Diye söyleyince
…..Padişahı telaşa verince
Lagarı Hasan Çelebi’nin Kırıma sürülmesi
Hemen oracıkta karar verilmiş inceden ince
Ta Kırım Hanı Selamet Giray Hana gönderilen
Hasan Çelebinin katlinin fermanı da o gece
…..İmzalanıvermiş hemence…
……Böyle yazarsa da Evliya Çelebi seyahatnamesinde
…….Sultan Murat; lagarı Hasan’a destek vermiş ilk önce
……..Ulemanın baskısına dayanamayınca
………Yargılanıp sürülmüş Kırıma
……….Bu da diğer bir başka ifade…


İfade eder ki Evliya Çelebi:
‘Kırım’a Selamet Giray hana gitti
Oracıkta merhum olmuştu kendisi
Yakınca dostumuz olurdu rahmetli’


Sonuç olarak;
Öyle ilginçtir ki, modern anlamda
Yapılır roketin, ilk çalışması
Ukrayna toprağı olan Kırımda
Bizse yapıyoruz film çalışması


Bilmedik geçmişi araştırarak
Okuyup öğrenip, sahip çıkarak
Olmadık ecdada layıkça çırak
Tarihi sevmedik pek ulus olarak…


Feyzullah Kırca
Akbaşlar köyü / Dursunbey

GEÇER ZAMAN ((Gülce-Yunusça)















Dağı taşı deler, çağlayıp gider
Güzeli bilmez ki, kederli eder
Canları toprağa, gömüp gider
Kıymet bilmez, geçer zaman


Kalem; ne kelamlar, yazarken biter
Silgi bilsen onu, biterken siler
Kendince faydalı, bir şeyler eder
Zahmet bilmez, geçer zaman


Gıybet günah bilmez, dosta laf eden
Sudan bahaneyle, cana kin güden
Nasip al Kuran’dan, ahlak görgüden
Zihnet bilmez, geçer zaman


Odun dıştan içe, doğruca yanar
Güneş içten dışa, aydınlık sağar
Birer mum yakalım, cehalet kovar
Mihnet bilmez, geçer zaman


Hep çalışanların, defteri dolar
Çalacak yitirir, sahte sevdalar
Ecel gelir herkes, uykuya dalar
Şah mat bilmez, geçer zaman

Feyzullah Kırca
Akbaşlar köyü / Dursunbey