27 Nisan 2011 Çarşamba

SENİ DİLERİM (Gülce-Sonem)


Ruhumun derinlerinde yandı yar sevda ateşin
Damarlarımda her daim, damla damla akıyorsun
Gönlü ferahlatıp gülen, gözlerinle bakıyorsun
Delice seven yaralı, gönlümde yok başka eşin

Gülen gözünde yaş görsem, senden önce ben silerim
Suyu dinse de dereler, hep kavuşuyor göllere
Tüm çıkmaz sokaklar bile, bağlanıyor bak yollara
Seni benden çok sevdiğim, sadece seni dilerim

Zindan karası gecede, hem de saatin üçünde
Ayaz kışı ilkbahara, olur mu ki döndürecek
Senden başka bu harlayan, yangını kim söndürecek

Sonunu hiç bilmediğim, şu fani ömrün içinde
Lal dudaklardan payımı, alıp ta öyle yanayım
Gülüm ben senin aşkınla, sonsuza dek uzanayım

Feyzullah kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

SEVDAYI ÇEKEN


Yar diye iniler de, dağ ve taş dinler
Buluttan gemilere, dolar sevenler
Sırılsıklam olmuş, ıslanmış tenler
Sığ denizde yüZer, sevdayı çeken

İki gönül birse, hayatlar solmaz
Karşılıklı aşkın, mevsimi olmaz
Her sevdalı kişi, seveni bulmaz
Sevdasıyla geZer, sevdayı çeken

Sızladıkça gönül, en dibe dalar
Seven gözlerine, bir hüzün salar
Demirler gemisi, yüzmez dubalar
Mecnun ol ne yaZar, sevdayı çeken

Şah damarı dostlar, sevgi hayatın
Ona gönlünüzü, her dem boyatın
Seversen gönlünde, oynar da atın
Yüzün güller beZer, sevdayı çeken

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

MUSA ÇELEBİ (Gülce-Bahçe)


Yıldırım Beyazıt han’ın, oğullarından biridir
Osmanlı padişahların, dördüncüsüydü babası
Babasının sağlığında, Rumeli’nin tebaası
Boyları, akıncı beyi, olarak görev yeridir

Ankara savaşına da, kardeşleriyle katıldı
Timur’a esir düştüler, bu savaşta babasıyla
Tutsak kalmıştı bir süre, sırtındaki abasıyla
Timur’un Bursa bölgesi, emirliğine atıldı

Bir süre bu emirlikte, Timur’a emirlik yaptı
Muhtaca verecek kadar, yardım etme duygusu
Oluyordu büyüğüne küçüğüne hem saygısı

Babası ölecek diye, gece uykuları saptı
Akşehir de vefat eden, babasının tabutunu
Bursa’ya nakil ederek, sürdü önce atını

*

Savaş açarak kardeşi İsa’ya
Mağlup olarak ikinci savaşta
Kâh dayanarak koluyla asaya
Yorulunca da, dinlenerek taşta
…Önce Germiyanoğlu Yakup Bey’e
….Sığınarak korumasına güvendi.
…..Bir süre sonra da karaman oğullarının
……Yanına çekilerek sığındı ve güç sağındı.

Burada yaşıyorken, kardeşi Han Mehmet’le
Bir diğer kardeşiyken, Süleyman’a karşıydı
Anlaştı tahta çıksın, biri, bin bir töhmetle
Bu kardeşler arası, bir hanlık yarışıydı
…Çandaroğlu İsfendiyar Beyin yardımıyla
….Bugünkü Romanya toprağı olan Eflak’a geçti
…..Sırp ve Bulgar kuvvetlerinin yardımıyla
……Rumeli Beylerbeyini alarak Yanbolu’dan su içti.

*

Bu olayın üzerine, yürüdü Musa üstüne
Her bir kardeş istiyordu, padişah olmayı kendi
On bir kardeşten Süleyman, der ‘Git köşene, sus! Tüne’
Onu haliç’teki Hasköy yakınlarında yendi.

Yenilen Musa Çelebi, yine Eflâk’a çekildi
Bir süre burada kalıp, Sırp Hükümdar Lazar’ı
Yenerek Edirne’ye girdi, hem toprağına dikildi
Süleyman Çelebi için, kazdırdı derin mezarı

Tahmin ediyor Süleyman, bilir kardeşi kararlı
Tez oradan İstanbul’a, hazırlanırken kaçmaya
Yakalayarak öldürttü, hem bu ülkeye yararlı
Fetret devrini biterek, devletin önün açmaya
…Tüm kardeşler kendince kararlı
….Sanırım çoğu da, bencillikte ısrarlı

Rumeli’deki Osmanlı Eyaletine tek hâkim
Olup Edirne’de geçti, burada tahta oturdu
Kendi adına parayı, bastıran kim söyle bakim
Kendini bu eyalette, bağımsızlığa götürdü

Bilmiyorsan söyleyeyim, işte bu Çelebi Musa
Kendisi burda olunca, Rumeli Eyalet Hanı
Çandarlızade İbrahim, paşayı vezirlik buse.
Simavna Kadısınınsa, biricik oğlu ve canı
…Şeyh Bedrettin Mahmut'uysa kazasker
….Mihail oğlu Mehmet Bey'i beylerbeyi yaptı
…..Rumeli'nin yönetimini eline almayı başardı, kaptı

*

Venedik’le
Yapılan eski
Anlaşmayı bile
Taze zamanlarında
Yeniledi geçti dile.

Sırp Despotu Sitefan
Lazaroviç'in üstüne
Yürüyüp Nova Bırado’yu
Alarak kavuşmuştu bu üne.

Vidin'de isyan eden
Bulgar Pirensini yendi
Yunanistan’da Türk’ün yurdu
Selanik’i kuşatmıştır kendi.
İstanbul’a karadan ve denizden
Yürüyüp Çatalca önlerinde durdu.

*

Bu arada kardeşi Mehmet’le ilişki
İlişki kuran veziri
Veziri Çandarlı İbrahim paşa
Paşa kaleyi içten yıktı
Yıktı da baltayı vurdurmaya kışkırttı
Kışkırttı Bizans İmparatoru Manüel’e
Manüel’e üzerine yürü dedi
Yürü dedi Musa Çelebinin üzerine
Üzerine yürüdü hem de Çatalca’da

*

Kardeşi Çelebi Mehmet,
Onu burada durdurdu
Hem çekilmeye devam et
Merice kadar buyurdu

Yakalanıp götürüldü
Kardeş Çelebi Mehmet’e
Beş temmuzda öldürüldü
Kavuştu yüce rahmete

Kaybetti her şeye rağmen
Çünkü burada savaşı
Sofya güneyinde hemen
Savaşında düştü başı
…Bin dört yüz on üçte
….Toprağa verildi özenle naşı…

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

19 Nisan 2011 Salı

EMİR HAYALİ ÇELEBİ (Gülce-Bahçe)

Derin sevgi harmanında, harmanlanır nice canlar

Serin, bölge ormanında, gölgelenir tüm insanlar
Narin ellerde yunanlar, büyür ter temiz hanlarda

*
Şair ve eren
Mısırda yetişen
Namı Ahmet verilen
Şemseddin diye bilinen
Büyür gelişirde kendisi
Ebü’s Safa okunur künyesi
Babasıdır ki; İbrahim Gülşenî
Meşhur velinin oğlu ve halifesi
Bu eserin, Emir Hayali çelebisi…

*
Bayındır şehirlerden, diyarı Tebriz ilinde
Miladi bin dört yüzün, seksen beşli yılında
Bu gün İran bilinen, Türk Azeri elinde
Narin ellerde yundu, ak kundağına kondu…

Doğduğunda babası, gezer idi attaydı
Allah yoluna davet, vaaz ve irşattaydı
Dede Ömer Rûşenî, hazretse hayattaydı
Narin ellerde yundu, pak kundağına kondu…

Babasının hocası, Dede Ömer Rûşenî
Küçük yaşta göründü, ona bebekler şeni
Velilerden olacak, artır baba neşeni
Dedi müjdeyi sundu, hak kundağına kondu

İlim öğrenip ondan, hazineler bulacak
Ferasetiyle dolup, âlem müştak olacak
Kendisinden çok kimse, nice feyizler alacak
Dedi müjdeyi sundu, bak kundağına kondu
…Akıl yaşta değil baştayken
….Henüz daha çocuk yaştayken
…..Başından geçen hadiseler
…...Onun bu güzel hasletlerini
……Dede Ömer Ruşenî hazretlerini
…….Sözleri istikametinde doğruluyordu…

Eşkıyalar türedi, Sultan Rüstem devrinde
Evleri yağmaladı, ay karanlık her gece
Buna çare olmadı, fevkalade fevrinde
Tedbirler de alındı, çare olmaz şer güce

İbrahim Gülşenî'ye, Tebriz halkı geldiler
Bu bela nasıl kalkar, yardım eder bildiler
Dua destek isterler, yalvar yakar dildiler
İbrahim Gülşenî’den, çare bulmaz şer güce…

“Onlar bu işlerinde, durmadan devam eder
Bu haramilik böyle, bir müddet sürer gider
Zarar bize dokunsa, yakalanırlar biter…
Tedbir budur biliniz, çare almaz şer güce”
…O zaman bir bey, başka bir yere gitmişti.
….Altınlarım, çalınır diye
…..Hanımının içi, pırpır etmişti…

İbrahim Gülşenî'ye, derin bir güven duyup
Tüm mücevheratını, küçük sandığa koyup
Başkaları da dâhil, kollasın da koruyup…
Harami yol bulmasın, çare kalmaz şer güce
…Diye emanet bıraktılar.

*
(H) aramiler bunu duyup, sağa ve sola baktılar
M(A) lı toptan götürmeye, şeytanca fikirler yaktılar
İb(R) ahim Gülşenî hazretlerinin evini bastılar.
Har(A) miler onu öldürmeye, sessizce eve aktılar
Yete(M) edi kılıçları, kılıçları onun hiç canını yakmadı
İbrah(İ) m Gülüşeni’nin gözleri hiç iyi bakmadı

*
Çoluk çocuğu alıp, dışarıya çıktılar
Ahmet Hayali daha, küçücük bir çocuktu
Uyuyorken uykuda, o halde bıraktılar
Hizmetçi yanındaydı, gözler mavi boncuktu
…Kaldıramayınca hiçbir eşyayı yerinden
….Haramiler; İbrahim Gülşenî'ye emanet edilen,
…..Şaşkınlıkları ayyuka çıktı, şok oldular derinden.

…Hizmetçi Onlara;
“Bu kadar denediniz, bir şey alamadınız
Efendime emanet, bir toz çalamadınız
Kendinizde bu gücü, dahi bulamadınız
Hala aklı başında, insan olamadınız”
….Deyince ona saldırdılar
…..Bu sırada yaptıkları gürültüyle
……Uyumakta olan küçük çocuk
…….Emir Hayali’yi uykudan kaldırdılar…

“Başladı bağırmaya babam nerede? ” diye
Babası hemen geldi, cop verdi hizmetçiye
Dedi “git çıkar hemen, onları dışarıya”
“Bismillah” der hizmetçi, vururda haramiye

Başlayacak dediler, başta delik açmaya
Haramiler korkuyla, başladılar kaçmaya
Kaçarken yeltendiler, neredeyse uçmaya
Emir Ahmet Hayali, savururda arkadan
…Elindeki bıçağı;
….Vurur çocuk onunla, bir kaçağı
…..Haramilerden birinin ayağı
……İsabet almıştır da, boşalır kan aşağı…
…….Ayakkabısı düşüp orada kalakalıyor…

*
Ertesi gün olayı duyan emanet sahipleri
E(M) anetlerinin durumunu sordular
Em(İ) ndiler, eşyalarına bir şey olmadığına
Zara(R) görmediğini, çalınmadığını gördüler…

Hayret ki, İbrahim Gülşenî’nin
T(A) lebelerinden bazılarının, bazı eşyaları çalınmış,
Ni(Y) e ki, diğerlerine bir şey olmayıp, onların kiler alınmış?
Cev(A) bı ve hikmeti, İbrahim Gülşenî'den soruldu:
‘Yaka(L) anacak hepsi yarın tez elden
Kesil(İ) p birer uzuvları, mahrum kalacak hepsi birer elden’ denildi.

Çarçabuk yakalandı, ertesi gün haramîler,
G(E) rçekten kimisi öldürüldü,
Öy(L) e ki; kiminin ayağı, kiminin eli kesildi.
Ahm(E) d Hayali; “Yaraladığım kişinin ayağına baksınlar.
Gari(B) im şaşmış haramiyi, bana bıraksınlar” deyince verildi,
Dileğ(İ) kabul gördü, çocuk yaşta Emir Hayali’nin.

*
Adam kendisine bağışlandı
Suçu affetmekte güzel işlerden
Vardır bir bildiği, diyerek hoşlandı,
Harami tövbe etti, oldu dervişlerden…

*
Toplanmıştı çapulcular Şah İsmail çevresinde
Akkoyunlu Devletinin merkezi Tebriz’e yürür
Önce İbrahim Gülşenî, uykuda bir rüya görür
İşi gücünü bırakmış, zalimler kem devresinde

Tebriz’i işgal ederler, gözlerini kan bürümüş
Şah İsmail ve ordusu, ederler her evi talan
Yakarak yıkıyorlardı, olmuyordu sağlam kalan
Nefisleri şeytan olmuş, ta derinlere yürümüş

Yakınlarına anlattı, gördüğü korkunç rüyayı;
“Bela gelmeden gidelim” deyince çıktılar yola
Talebe ve yakınları, hem çok az verdiler mola

Tedbir için almışlardı, çoğu oklarıyla yayı
Hicrete koyulmuşlardı, çocuklar at terkisinde
Kırlar çiçeğe durmuşta, göz çiçeğin nergisinde

*
…Babası İbrahim Gülşenî;
….'Evlâdım, korkuyor musun? ' dedi.
…..Oğul Emir Ahmed Hayalî;
'Babacığım mademki, sizinle beraberim;
Endişe etmiyorum, yok korkudan haberim
Rabbine iman edip, âbid olursa kullar
Onun güvencesinde, diyordu peygamberim”

…İbrahim Gülşenî hazretleri;
….“Yüce Allah’ım seni, korkulardan korusun
…..Arkana bakma!
……Korkuya ışık yakma!
…….İhlas Suresini okumaya devam et” dedi.
Bundan sonrasını da, Emir Hayali söyler:
“Ondan sonra rahatlar, kalbim hep huzur eyler
Artık hiç endişem yok, kalmaz korkuya yollar
Kalbimde yeni bir nur, oluştu güzel şeyler
…İhlâsı her okuyuşumda, kalbim daha bir selamet.
Bir araziye geldik, hep beraber giderken,
Atının terkisinde, binmiştim gidiyordum
Babam yoruluyordu, benle meşgul olurken
Ona hayli sıkıntı, veriyorum diyordum

…Kalbimden;
Keşke şimdi burada, olmasaydım yanında
Rahat etseydi babam, diye de iç geçirdim
Ben bunu düşünürken, döndü bana anında
Pür dikkatle sözünü, kulağıma içirdim

“Ahmetçiğim istersen, birkaç gün ayrıl bizden
Namazını kılasın, terk etmeyesin sakın
Su bulamazsan yolda, az içeri git izden
Su ve yemek bulursun, düşman olursa yakın
…Bu sayede kurtulursun,
….Hem böylece bana ulaşırsın” deyip

Beni oracıkta attan indirdi.
Atını koşturup kaybolup gitti
Geceyse kendine siyah bindirdi
Sahrada karanlıkta, kalmama yetti
…Kâh ayrılık üzüntüsü,
….Kah ne yöne gideceğimi bilemedim.

Şaşkınlık içinde bakıp giderken
Biraz yol gidince, bir ateş gördüm
Daha yaklaşınca, köyden çıkarken
Son ev olan eve, yolumu sürdüm

Ev sahiplerine hemen seslendim
Kapıya çıktılar, misafir oldum
Ben kimim sordular, öyle hislendim
Babamı tanırlar, çok hürmet buldum

Bende hatırladım, sonradan onları
Tebriz’e babama, misafir geldiler
Hediyeler sundu, bize dost yanları
Süt ve kaymak verip, mindere ildiler.

Misafirlik bitip, geriye dönerken
Babamda onlara, hediyeler vermiş;
“Sizler garipsiniz, bilin ki gün erken,
Bakarsınız oğlum, Ahmet size ermiş
…Sizin garibiniz oluverir” demişti.

Kimse anlamadı, bir şey bu sözlerden
Babamdan keramet, dediler bu hale
Daha bir hürmetle, döküldü yüzlerden
Güler yüz yanında, birer parça hale
…Annemin Tebriz’den, ayrılmadan önce
….Kuşağıma koyduğu, altınlardan birini

Ev sahibine çıkarıp verince
Diğerleri de altını görünce
Aralarında fısıltı başladı
Kızgın baktılar, fısıltı durunca

Paranın hırsıyla, üstümü soydular
Eski bir elbise, bulup giy dediler
Otuz altınımı, ceplere koydular
Gece çıkıp gittim, gitmiş hey dediler

Babamdan tarafa, koşa koşa gittim
Peşimden çıktılar, beni çağırdılar
Hızlıca koşarken, yorgunluktan bittim
Bulabilmek için, bana bağırdılar
…Niyetleri kötüydü çok belli ettiler,
….Umutları kesilince, dönüp gittiler.

*
Tam bu sırada
B(E) yaz bir kuzu çıktı önüme
Ta(B) iîdir ki; sevinç düştü gönlüme
Sah(R) ada düştüm onun peşine
Kend(İ) sini göremediğimde, kayıp eyleyerek
Koyma(Z) dı merakta, belli ederdi yerini meleyerek.

*
Yine önüme düştü, bir ormanlığa vardım
Rabbim göndermeseydi, onu ben ne yapardım

Kalbim rahatlamıştım, sabaha kadar gittim
Bir çeşmeye varmıştım, namaza niyet ettim
Kuzuyu da suladım, su isterdi hissettim
Yine önüme düştü, bir ormanlığa vardım

Öğlen olmuştu oldu, su bulduk iki yetim
Abdestimi aldım da, namazaydı niyetim
Kuzu otlardan yedi, ben onunla ot yedim
Rabbim göndermeseydi, onu ben ne yapardım

*
İkindi oluncaya, devam ettikte yola
Namaz için yeniden, verdiydik yine mola
Namazdan sonrasında, yola tekrar koyulduk
İki taze ekmekle, birde peksimet bulduk
…Sahibini bilmediğim için almak istemedim
….Kuzu yanıma yaklaşıp geldi
…..Peksimeti verdim yemeyip geri çekildi
……Ekmeği uzattım yedi.
…….Peksimeti de ben yedim.
……..Ücret olarak sahibi gelirse
………Külahımı veririm dedim.

Yoluma devam ettim, akşam namazı kılıp,
Kuzu yanıma geldi, acayip sesler salıp
Sürtündü kedi gibi, yumuşacık tüylüydü
Sevdim onu, okşadım, kucağıma da alıp
…Yatsı vakti olurdu
….Kuzu yolun bir kenarında durdu
…..Başı ile işaret ederek ‘buradan git’ diye buyurdu.
……Bir lütuftu bu, anladım rabbimden
…….Yoksa bir kuzu ona bakarken
……..Bir anda nasıl kaybolurdu.

*
Gösterdiği yöne dosdoğruca gittim
Kalbime gelmedi hiç ki hiçte korku,
Gece yarısında, bir sestir işittim
Biterdi şüpheler, meraklıca sorgu
…Önden giden üç kişiye yavaşça
….Arkadan yaklaşıp dinlediğim de.

Söylediğim gibi de, kuruttum merakımı
Biri benim hocamdı Muslihuddîn Efendi
Diğerleri dostları, hem yarenlik takımı
Yaklaştım selam verdim, aleykesselam dendi
…Sesimden tanıdılar, elbiseme şaşırdılar
….Anlattım kuzudan başkasını
…..Çünkü; ve başımdan geçen hali sordular.

*
Yatsın su bulamadık, namazı kılacaktık
Aklıma geliverdi, hemen babamın sözü
Dağın ardına döndük, giderken aştık düzü
Önce abdest almaya, bir çeşme bulacaktık

Hem ateş yanıyordu, bu çeşmenin önünde
Abdest aldık, ısındık, imamla namaz kıldık
Dilinmiş ekmek bulduk, yedik uykuya daldık
Yine yola koyulduk, o gecenin gününde

Otuz kadar süvari, çıktılar yolumuza
Birisi öne gelip, hemen halimiz sordu
Hocam; ‘Karaahmed’e, yolcuyuz biz’ diyordu

Belli ki göz dikmezler, para ve pulumuza
‘Kafilemiz önceden, hızlı gidip aktılar
Bizimde yetişmemiz, lazım dedi’ baktılar

*
O kimse hocamı sesinden tanıdı
Öğrendik ki onlar, beni arıyordu
Hocam da tanırdı, bu işin kanıtı
Gördünüz mü diye, bize soruyordu
…‘Onu babası bana emanet etmişti’ dedi.
….Hocam da ‘İşte budur’ diyerek beni gösterdi.

Atından indi de benimle tokalaştı
Bana atını verdi başka bir ata bindi
Hocam yürüyecekti, bana fena bir işti
Ona da at verdi de, benim gönlüme sindi

Bana biraz parayla, verdi bir küçük mendil
‘Eğer olursa yolda, sizlere bir saldıran
Bu mendili gösterin, Mirza Hasan verdi bil
Kimse bir şey yapamaz, olur buna aldıran’

Deyince yolumuza, hızla devam etmiştik.
Babamın kafileye, en tezinden gitmiştik.
…..Onun kafilesini de, Rafızi Eşkıyaları çevirmişler
……Babamı sorup, gözlerini oraya buraya evirmişler
…….Fakat onu görüp dururken, görememişler
……..Kafilesi yola devam ederken buluştuk,
………Birlikte Diyâr-ı Bekir'e ulaştık” diye anlatır…

*
Zulme akıl ermedi
Orda da aman vermedi,
Şah İsmail ve adamları…
Babasıyla birlikte durmadı
Mısır’a yönelmişti adımları...
Mısır’daki Memluklu halkı ve sultan
Kansugavri çok hürmet ve tevazu etti.

Sultan Kansugavri;
İbrahim Gülşenî’ye
Güzel bir medrese yaptı
Onun ilim ve irfanından
Senelerce orada insanlar
Feyizle manevi hayat buldular.

Mısır’a gelince
Yavuz Sultan Selim Han
Gülşenî ile görüştü
Muhabbet ettiler iki can
Birbirlerine hürmet örüştü…

Dört tane de halife
Kırk icazetli talebe
Biri Emir Ahmet Hayali
Bir diğeri de Hasan Zarifi
Anadolu Hisarında metfundur.
Sadık Ali Efendi Diyarbakır’da
Âşık Musa Efendi’de Edirne’dedir.

İbrahim Gülşenî;
Bin beş yüz otuz üçte
Taun’da vefat ederek,
Yüceler yücesine göçtü.
Babasının vefatından sonra
Oğlu Emir Ahmet Hayali geçti
Kendisinin makamına rücû ederek…

*
Tasavvuf ve olgunlaşma yolunda,
Yolunda ilerlemek için yedi gün
Yedi gün kendi halinde
Kendi halinde yalnız kalarak,
Kalarak yüce Allah’ı zikirle
Zikirle, fikirle tevekkül ederek meşgul oldu.
Meşgul olup yedi gün dolduktan sonra
Sonra irşat ve doğru yolu tebliğ makamına oturdu

Makamında oturup babasının
Babasının talebeleri ve sevenleriyle
Sevenleriyle birlik içinde ve beraber olmaya
Beraber olup parçalanmamaya davet etti.
Daveti alan halife ve dervişlerin bir kaçı,
Bir kaçı hariç hepsi bağlılıklarını arz etti.
Etmeyenlerden biriydi Nahifi Halifeydi.

*
Bu konuda Nahifi, bakın ne söylemiştir;
“Hayali’nin babası, vefat edip göçünce
Hayali babasının, makamına geçince,
Karar veremeyerek, gönlümü eylemiştim.

Babasına bağlılık, elinde tövbe yeter
Başka bir lidere, bağlılık lazım gelmez
Demiştim de hocamız, rüyama geldi gülmez
Bu durum geldi bana, ölümden bile beter

Beyaz elbise giymiş, beyaz sarık sarmıştı
Beyaz değil siyahlar, giyer dedim içimden
Niye vazgeçti acep, her dem siyah seçimden

Hatırımdan geçenin, hem farkına varmıştı;
‘Orda siyah giymenin, bil sebebi niçindir
Onun tersine bugün, beyaz giymek içindir’

*
Mübareğin ellerini, öpmek istedim eğilip
Yüzünü çevirdi benden, öptürmediler elini;
‘Hayalinin elini öp, git dinle onun dilini
Yetişecek talebeler, yanlarında eğitilip…

Seninde ondan feyizler, alman lazım’ buyurdular
Tekrar baktığımda gördüm, beyazlar giymiş olan zat
Emir Ahmet Hayalî’nin, kendisi olmuştu bizzat
Bağlılığımı bildirdim, sözümü duyup durdular

Bu yanlışımı gösteren, güzel rüyadan uyandım
Niyet ettim talebesi, hem halifesi olmaya
Tasavvufun merhalesi, yüksek derece bulmaya

Sabaha kadar sabredip, beklemeye zor dayandım
Gördüğüm rüyayı bildi, dikkatle baktı şu göze;
‘Babamdan işaret aldın, yoksa gelmiyordun bize’

*
Diye eğilip söyledi, bildiğini kulağıma…
Başkaların başına da, geldi bunun gibi haller
Birkaç tanesini duydum, anlatıyorlardı diller
Kulağımı kabartımda, soluma ve de sağıma…”

…Emir Ahmet Hayali
Bin beş yüz kırk iki de, hac yoluna yürüdü
Hac görevini yaptı, gönlü huzur bürüdü

Peygamberimizin, kabrini de ziyaret etti
Onu bu ziyaret, sevinçlere boğmaya yetti.
Bin beş yüz elli beşte, acaba nasıl şehir?
Diye merak ederek, İslam bol şehre gitti
…Kudüs, Şam ve Halep yoluyla
….İstanbul’a gelerek, altı ay ikamet etti.
…..Sonra tekrar Mısır’a döndü…..

*
Bin beş yüz altmış dokuz yılında
İman ve ihlâsın nuru alında
Bu fani olan kısa hayat yolunda
Memluklu halkının sevgi dolu kolunda
Mısır diyarında, yüce Mevla’ya kavuştu

*
Hayattayken her zaman, güzel şey anışmıştır
Faydalı konularda, tesirli konuşmuştur
Sözlerinde incelik, zarafet uçuşmuştur
Manası derin olan, dilden manzum savuştu
…İnce manalı ve ilahiyat imalı şiirleri
….Şiirlerinin bulunduğu Divan’ı vardır…
…..İşte bizim böyle de Çelebilerimiz vardır.
……Yanlış ve hatalarımızdan dönmez isek
…….İzlerinde gitmez isek, iki dünya bize dardır…

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

10 Nisan 2011 Pazar

İÇİM AĞLAR ARKADAŞ(Duraksız)


Gelibolu’dan süzülürde ege’ye bir damlacık yaş
Memleketimin hatırası ağlar baksana ey ayyaş
Nereye bu gidiş, istikamet nereye? Biraz yavaş
Çanakkale’ye her baktığımda içim ağlar arkadaş.

Boğazım! Dalgaların, gönlümün kıyılarına vurur
İki yüz elli bin can hakka yürümüş, bağrında durur
Niye şahlanmıyorsun? Korkma bu millet yine korur
Senin bağrın tekbir yankılanır, içim ağlar arkadaş.

Yine her evden bir yiğit, hatta her evden birkaç yiğit
Camiler ki minaresiz ve ezansız kalacaksa git!
Denerek gönderir bu millet bu uğurda nice şehit…
Nice genç kızların muradına içim ağlar arkadaş

Düşmanın alnına değer yine yalın birer palaska
Ya şehit olmak ya da gazi kalmaya geliriz aşka
Düşmana çare yok şehit kanında boğulmaktan başka
Kefensiz kınalı kuzulara içim ağlar arkadaş.

Sen altmış üç neferle üç bin düşmanı denize daldır
‘Vatanımın toprakları namusumuz kadar kutsaldır
Düşman bu topraklara ayak basamayacak baş kaldır’
Diye gürleyen Yahya Çavuşa içim ağlar arkadaş…

Bir sabah ege kıyılarını farklı bir tonda döver
Hazin hazin kıyılara vurarak sanki türkü över
Bir sonbahar günü körpecik sineler ölüm sever
Vatan için ölen körpelere içim ağlar arkadaş

Korkunç zırhlılar menzil dışındaki ufka sıralanır
Mehmetçik hayıflanır imkânsızlıklara paralanır
Mermilere göğsünü siper eder, göğsü yaralanır
Düşmanı kanında boğanlara içim ağlar arkadaş…

Bir bahar sabahı, Mecidiye tabyası darmadağın
On altı yiğit şehit, akan kanla sulanır toprağın
Koca Seyit üçer üçer çıkardı merdiven basmağın
'Seyit Çabuk! ' diyen obüslere içim ağlar arkadaş

Tarih on sekiz martı yazarken, Oşin boylar suları
Denizden geçmek imkânsızdır; anlar işgal orduları
Çıkarmaya karar verip, karaya olur koşuları
Şahadete çağıran toprağa, içim ağlar arkadaş

Kahramanlar geçer, Çanakkale’nin her bir yöresinde
Sabah namazı kılarken, kim bilir Mekke’nin neresinde…
Teğmen Mehmet Selim, bedel orduya; Mehtap Deresinde
Doludizgin akar kan bir bilsen, içim ağlar arkadaş

Talihsiz bir kurşun, gider benzin bidonlarını vurur
Teğmen Mehmet Selim birden bire ateş almıştır, durur
Cesedi kararmaz ki görsen, şahadetin nuru korur
Gülerek arşa çıkar şehitler, içim ağlar arkadaş

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

9 Nisan 2011 Cumartesi

BAYRAĞIMIN RENGİ (Gülce-Buluşma)


Bayrağım al renklidir…
Dalga dalga dalgalanır şafaklarda…
Bir görsen ki, ne ahenklidir.

Gözetler tüm afakı engini,
Umuttur umutlara, görünür afaklarda
Şühedanın kanından alır rengini,

Ay yıldızı düşer kana,
Tertemiz alnı, şahadeti içmiş kalbi aklarda;
O şehidime örtü olmuş, süs olmuş baksana…

Kızıla boyar afakı engini
Kanayan derin yaralara merhem olmaklarda
Em olup salmıştır, kan kırmızı rengini

Dindirir ülkemin tüm acısını,
Al bayrağım, al renginde, ay yıldızı saklarda
Çıkar gelir şüheda, çiğnetmez namusunu bacısını

Durdurmak için akan kanları
Ürkütmeye dalgalanır, bizdendir nice hain uşaklarda…
O dalgalandıkça, sıkılır, hem de çok sıkılır canları…

Ay ve yıldız düşerken, o kıpkırmızı kana
“Git oğul vakit varken, ezan dinmez” der; ana
“Vatanım bize yarken, iman sönmez” der; ona
Umuttur umutlara, kan renkli al bayrağım…

Şahadeti vardır şühedanın…
Kur’an ve kanla kurulmuş ülkemin geleceğine
Bayrağı düşmüş devletin haktır ki; öleceğine…
Bunu izmihlale düşen, halkların bileceğine
Umutlara umut olup, kan renkli kal bayrağım…

Sana bir zarar verseler, fışkırır yerden şüheda
Şahadete şerbet içer, bir kez daha eder eda
Artık edemez hiç kimse, tek vatanımızda cüda
Umutlara umudumdur, kan rengi bol bayrağım…

Bayrağım al renklidir...
Dalga dalga dalgalanır şafaklarda…
Bir görsen ki, ne ahenklidir.

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

GEL GAYRİ


Dolanırım peşinde
Hülyalara dalarım
Oturduğun meşinde
Hep kendimi dilerim
Toprağına taşına,
Tuzun benim aşına
Tarak elim, başına
Tel tel edip belerim

Gözüm kaldı yollarda
Senin gözün pullarda
Şu açtığım kollarda
Ben hep seni bilirim

Kurban oldum kaşına
Bastım gönül tuşuna
Durdum yolun başına
Gel seninle gülerim

Dilim sözden çakmadı
Sözüm özden akmadı
Özüm közden yakmadı
Sensiz kaldım ölürüm

Ey âşıktan saymayan
Beni bende koymayan
Avaz etsem duymayan
Ben çok nazdan yılarım

Gözüm aktı sel gayrı
Geleceksen gel gayrı
Gelmiyorsan bil gayrı
Başka bir gül bulurum

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

5 Nisan 2011 Salı

KALP İNSANI



Azrail’e hoş geldin, diyebilmekte hüner
Buna hazır olmaya, yaşar bu kalp insanı
Herkesi mutlu etme, hayat zindana döner
Haksız istekler gelir, şaşar bu kalp insanı

Allah rızası için, hakkı ayakta tutar
İşine dikkat eder, hep güzellikler katar
Şeytanın işlerini, melun şeytana satar,
Rahmanın rızasına, koşar bu kalp insanı

Tek kişilik tabut, binilen beşer evi
Alır götürür onca, kalırım diyen devi
Biliriz ki kimine, Burak odur bir nevi
Özleminin peşine, düşer bu kalp insanı
Yeni hayat kapındır, şu ölümün öyküsü
Çalış; durmak nedendir, haydi barıştır küsü
Üç beş metre kefendir, tahta evin tek süsü
Her yükünü bilerek, pişer bu kalp insanı

İman yoksa korkutur, hep kendini korkaklar
Enbiyalar yurdudur, şu gördüğün topraklar
Şühedanın burcudur, şu yemyeşil yapraklar
Ruhu şahadet dolar, coşar bu kalp insanı

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

3 Nisan 2011 Pazar

HALİMİ ÇELEBİ (Gülce-Bahçe)


Şu hayatın her dilimi, bir çelebi geçer gider
Bilmediğini bilmeye, diyar diyar göçer gider

Kastamonu diyarından, doğum tarihi bilinmez
Abdulhalim bin Ali’dir, ismi tarihten silinmez
Bak zaman geçer hızlıca, parçalanıp dilinmez
Şu hayatın her dilimi, bir çelebi geçer gider

Osmanlı âlimlerinin, büyüklerinden Halimi
Hocası olup okuttu, Han Yavuz Sultan Selimi
Zamanın âlimlerinden tahsil etti hem ilimi
Bilmediğini bilmeye, diyar diyar göçer gider
*
Alâeddin Arabî'nin hizmetlerinde bulundu
Ondan maddi ve manevi, ilmi tahsille dolundu
Bir nefes Gül-i Rana’dan, hava-i bahar solundu
Sultanını görmek için, şaha kalkındı can evi.
…Molla Alâeddin-i Arabî vefat edince
….Sonrasında Arabistan diyarına gidince
…..Orada da çeşitli ilimleri dimağa getirince
……Haç ibadetini de, hakkıyla bitirince
…….Sultanına selam vermek için, şaha kalkındı can evi.

İran’a yol bulup gitti, ilme gün evi arardı
O belde âlimlerinin sohbetlerine koşardı
Mahdümi’nin hizmetinde, tasavvufi ilim vardı
Feyiz alıp ilerledi, şaha kalkındı can evi

Sonra asıl memleketi Kastamonu'ya dönmüştü
Belki de ilim özlemi, birazcık olsun sönmüştü
Harlayan yürek yangını, az ölkeseyip dinmişti
Daha deyip ilerledi, şaha kalkındı can evi
*
Hayatın altın gemisi, azgın sulara yürüdü
Bâyezîd-i Veli canla, aynı devirde yaşardı
Kin kusanların kimisi, durulamazdı şaşardı
Kendisini heyecanla, hakkın yoluna bürüdü

İnayet ayyuka çıksın, delaletse kalsın dünde
Ruhu coşar kafesinde, insanlık selametine
Müjde solur nefesinde, irfanlık alametine
Çelebinin özlemi var, yıkamaz şeytani künde

Haktan bulur merhameti koşar durur rahmetine
Dosta vuslat özlemiyle, cennet gülleri kokuyor
Sabrın külleri derildi, diller şükrünü dokuyor

Bağışlasın rabbim bizi, erenlerin hürmetine
Gecenin sessizliğinde, vuslata durur erenler
Korkusuzluğu giyinip, hanlara vaaz verenler
*
Bundandır; bilgiye hâkim, bilmediğini okuyan
Maddi ve manevi hekim, gönülleri hem dokuyan
Bilelim bahse konu kim? Halimi Çelebi veli…

Bu yüksek ilmi duyan, Yavuz Sultan Selim Hanım
Seçti onu ayan beyan, han olmazdan önce canım
Tırabzon’da Yavuz o an, valilikle vazifeli
*
Ol Halimi Çelebi'yi kendine hoca edindi,
Talebeydi kendisine, dilinden ilim öğrendi
Gece gündüz huzurunda, döndü onun sohbetine
Devamlı feyiz almaya, ilk anda muhabbetine.

Yavuz Sultan Selim Hanım, yaratanın bir kuluydu
Halimi Çelebi’ye de; dili iltifat doluydu
Yücelerin en yücesi, Allah’ın da ihsanıyla
Osmanlı tahtına geçip, padişah oldu şanıyla

Hep birlikte olmak ister, onu yanından ayırmaz
Ne hoş onunla sohbetler, başka bir şeyi kayırmaz
Maneviyatı doyurmaz, salih amelden başkası
Amelse; ilim bilirsen, doğru olur, açıkçası
…Halimi Çelebi,
….Yavuz Sultan Selim Han ile
….. Birlikte katıldı Mısır Seferine bile.

…Nakledilir ki; bu sefer zamanında
….Molla Şemseddin diye bir saray hocası vardı
…..Teheccüd namazını kılan, iyi huylu bir vakardı
……Yazması öyle süratliydi ki,
…….Kuran-ı Kerimi on günde yazardı.
Yavuz Sultan Selim Han, Mısır fetih olunca,
Mısır halkı Osmanlının, fesiyle huzur bulunca
Bunun sevinciyle dolup, gönüller şuur dolunca
Yavuz Sultan Selim Han’ın, dileği dile vurunca…

…Halimi Çelebiye buyurdu ki:
“Tarihi Vassâf yazsın, Şemseddîn efendi bize
Maharetli kalemiyle, ışık tutsun gören göze”
Padişah emri ulaşan, Molla Şemseddîn erenden
Yirmi beş gün mühletin, ricası emri verenden
…Mühlet isteği kabul gördü.
….Halimi Çelebi'nin evinde kendini bu işe verdi.
*
(H)alimi Çelebi’yi ziyarete gelenlerin
B(A)zı Molla Şemseddin’i tanıyıp bilenlerin
Ça(L)ışmalarına mani olmak pahasına
Gel(İ)yorlardı hücresine ve çalışma sahasına…
İste(M)iyordu zamanın başka işle gitmesini
Helek(İ) aldığı zamanın bitmesini…

(Ç)ekti dış kapının iç sürgüsünü nitekim
V(E) dahi odasını da kilitledi.
Bi(L)medi gelen kimse kim!...
Kal(E)mine sarılıp hızla yazdığı sırada
Bera(B)erinde bir kimseyi oturur halde gördü orada
Yüreğ(İ) ürperdi, aniden görünce, korkuyla titredi
*
Anladı o kimse bunu, yaklaştı hemen dizine
Heyecanı gidermeye, başladı şöyle sözüne;
“Korkmayasın bizden sakın, senin gibiyiz, insanız
Seni ziyarete geldik, dostluğa gelen ihsanız”
…Böyle dedi gelen,
….Molla Şemseddin, kapıların kilitli olduğunu
…..Pencerelere, girilmez demir örgüler dolduğunu
……Kontrol edip hemen,
…….Bu kimsenin ricâl-i gâipten geldiğini
……..Anlayıp, idrak ediverdi.
Yazmayı bırakıp ta, sohbet etmeye başladı
Merak ettiği şeyleri, hem iletmeye başladı;
“Arap diyarı bir tamam, bizce fethedilecek mi?
Osmanlı topraklarına, öz diyar edilecek mi?
…Yoksa dönüşten sonra tekrar
….Başka milletlerin eline geçecek mi?” dedi.
…O zat dedi ki;
“Karanlık basmış yollarda, iman nuru alevlendi
Padişah Yavuz Selim Han, bu görevle görevlendi
Mübarek belde hizmeti, onun nesline verildi
Uykuya dalmış umutlar, uyanmaya gönderildi
….Bu kutlu davada
..…Allah’ın yardımına erildi

İslâm padişahlarının arasında makbul olan
Nebimizin sonrasında, bilesin ki kurucu Osman
Ol evliyanın dışında, değildir hele Selim Han
Ben söylerim hakikati, sen benim sözüme inan”
…Diye söyledi.

…Molla Şemseddîn:
“Yavuz Selim saltanatı, çok uzun zaman sürer mi?
Onun süresi dolmadan, Osmanlı buna erer mi?”
….Diye ekledi.
…..O kimse; "Üç yıl vakti vardır." dedi.

…Molla Şemseddîn tekrar sordu:
….“Konağında oturduğum Halimi’nin sonu nicedir?
…..Yani onun vefatı hangi gündür, hangi gecedir?”
……O zat şöyle cevap verdi:
“Yüce melek ecelinde, hemen gelir canın alır
Şamdan öteye geçemez, Halimi orada kalır”
……..Şemseddîn Efendi dedi ki:
“Ya benim ölümüm nerde, bilir misin ne zamandır?
O zor mudur, kolay mıdır, bana ne kadar yamandır?”

O zatı muhterem şöyle cevap verdi:
“Kişinin kendine ölüm anın bilmek
Rabbimin kanuna, hem ki ters düşerdi
Yoktur ki kimseye, sonu bilip gelmek

Nerede ölecek, nefisler bilemez
Söyle deseniz de, biz bunu söylemez
Rabbim yol vermese, buraya gelemez
İzinsiz yok bize, bu kanunu delmek

Allah’ın izniyle, bil kulağa düştün
Dostun çelebiyle, dosta giden üçtün
Üç ruhun haliyle, göğe doğru göçtün
Üç dostta nasiptir, semaya yükselmek

Yavuz Sultan Selim, derim hanlar hanı
Hakkın yardımıyla, dilden dile şanı
Cenazenizde var, gelmeye zamanı
Nasip olur Han’a, namazınız kılmak”
…Dedi beklediği haberi verdi.
….Koynundan tiftik bir başlık çıkarıp
…..“Bu Selim Han’a hediyemizdir.
……Bir tane daha çıkarıp
…….Bunu da Halimi Çelebi’ye veresiniz” dedi.

…Bunun üzerine Şemseddîn Efendi;
….“Bana bir hatıranız, olamaz mı?” dedi
Sana özel bir şey hazırlamadım bil
Eğer istiyorsan, olur diyorsan gel
Şu başımdakini, sana vermek güzel
Benimkisi sana, nasip olsun kalmak”
…Dedikten sonra
….Başındaki arakiyye’yi ona verip;

“Hadi hemen yaz bakayım,
Ben sana izin vereyim
Hızlı mı yazın göreyim
Nasip olsun sonu bulmak”
…..Deyince;
Şemseddîn efendi başladı yazmaya.
Hem yazdı hızlıca, hem mısra dizmeye
Bir anda kayboldu, boşlukta gezmeye
Zor oldu bir daha, gözlerine almak.
*
Bu durumları Hasan Can’a
Anlattı bir güzel, baştan sona
“Bir zahmet ulaştırıversen” dedi
“Emanet arâkiyyeyi, Selim Han’a”
Hasan Can; huzuruna vardı.
Olanları dinledi Selim Han
Olayın aslı budur, değil yalan
Arakiyye oldu sevince salan…
Saygıyla yüzüne sürdü ve kokladı.
Ruhunu hemen ilahi bir muştu sardı
Mısırdan yola çıkacak, hazır mı yokladı…
*
Mısırdan yola çıkmıştı, Şam’a yol aldı kafile
Halimi Efendi dersen, yolculukta hastalandı
Hekimlerin ilaç verdi, fayda etmedi nafile
Selim Han bildi, anladı, ölümden gayri yalandı

Kalbini hoşça tutmaya, çalıştı gayret gösterdi
Sık sık ziyaret etmeyi, gönlünü almak isterdi
Üçüncü gün vefat etti, Halimi vuslata erdi
Yakınlar bildi bu ölüm, onları hüzne salandı
Molla Şemseddîn Efendi, vefat etti aynı gün,
Selim Han’ın sarayında, vuslatında bulur düğün
Aynı yerde kaldırıldı, cenazeleri üçünün
Selim Han da hazır olup, son görevde yer alandı
…Mısır Seferi dönüşünde
….Miladi bin beş yüz on altı senesinde
…..Bu olaydan anlaşılmıştır ki; Halimi çelebi
……Şam’a gelince,
…….Vefat etmiştir Mısır’dan dönüş seferinde…
……..Orada Muhyiddin Arabi hazretlerinin türbesinde
………Defnedilerek onun yanı başında yer bulandı…
*
Nakledilir ki;
Yavuz Sultan Selim han,
Ayak basınca
Gözüm Anadolu’dan
Dönüp bakınca
Hatıralar var ondan…
Hasret yakınca
Bahseder hocasından…

Pek çok sefere
Mevlana Abdulhalim
Benle çok kere
Birlikte çıktı o âlim.
Aksar her yere
Hatırasın gör Selim.
*
Diyerek anardı, sevgi ve saygıyla
Onsuz ne yapardı, düşünür kaygıyla
Hatıralarıyla, çare yok döneriz
Bahane bir küçük, çıbanla söneriz
*
…Yavuz Selim Han derdi ona;
Mevlana Abdulhalim, hem molla hem efendi.
İlim irfanı yüksek, ilmiyle amil kendi
Fazilet sahibi zat, hem ki nefsini yendi
Yüksek derecelerin sahibi bir erendi
…Hem vefalı, hem kerem ehli
….Yumuşak huyluydu, yola getirirdi cehli
…..Az konuşur çok dinlerdi,
……Olmazdı konuşanın sözüne, konuşurken dahli…

Başka insanlarda, kusur aramazdı
Hakikati söylerdi, yalana uğramazdı
Dedi kodu etmezdi, talana varamazdı
Yüksek derecelerin sahibi bir yarendi

Görmeye çalışırdı doğruyu ve güzeli
Meziyetli olanlara, ilginin en özeli
Kimsesiz fakirlere, uzandı yardım eli
Yüksek derecelerin sahibi bir verendi

Sonuçta onun ismi, her tarafta duyuldu
Sözleri dinlenerek, öğüdüne uyuldu
Nasihatin dinleyen, hak yoluna koyuldu
Yüksek derecelerin sahibi bir görendi

Ne zaman kimin başına, ne gelecek belli değil
İzin ver ki gözyaşına, rıza-i hakka ver meyil
Zehir katma gül aşına, gülün dikeni yok değil
Herkes düşünüp taşına, geri dönüş yok diyendi

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey