31 Ocak 2012 Salı

BİLMEYEN BİLEMEZ


Geçmişini bilmeyen bilemez geleceğini
Göçmüşünü bilmeyen bilemez öleceğini
Sağlığını bilmeyen bilemez solacağını
………….Gel diyen dile gider, bol diyerek pulu seper
………….Gül diyen dile gider, bol diyerek yolu seper

Seven eli bilmeyen bilemez döven eli
Öven dili bilmeyen bilemez söven dili
Fidan gülü bilmeyen bilemez geven gülü
………….Gül diye dikene gider, el diyerek keli öper
………….Gel diye çekene gider, el diyerek beli öper

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

İNSAN BİLSE RABBİNİ ANARDI

Yaratan yarattığına yetecek yetenek verdi

Yılanlar yılın tümünde daim uyanık kalsaydı
Soktuğu hemen ölürdü zehri daha çok olsaydı
Alın bu dermandır diye yine o zehri gönderdi

Daha kocaman olsaydı kim kaldırırdı karpuzu
Bakteriler yok olsaydı leşle dolardı yeryüzü
Tüm yüzler aynı olsaydı kim ayırırdı her yüzü
Dertlere dermandır otlar sulak çayırda yarpuzu

Yer çekimi az olsaydı varlık dağılır düşerdi
Uzaydan çekim olsaydı yere çarpardı yıldızlar
Gökler sis kaplı olsaydı yerde erimezdi buzlar
Yağmuru dermandır yere her yer onunla yeşerdi

Tırtıl tek diş olmasaydı yerdi bütün yaprakları
Kuşlar uçmuş olmasaydı kediler toplayıp yerdi
Köstebek kör olmasaydı delip deşerek gezerdi
Gezmesi dermandır azcık, çoğu bozar toprakları

Ateş yanar olmasaydı insanlar üşür donardı
Filiz sürgün olmasaydı ağaçlar yeşil olmazdı
Görevi bu olmasaydı üstleri meyve dolmazdı
İnsana fermandır bunlar bilse Rabbini anardı

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

30 Ocak 2012 Pazartesi

ZAMANIN YOLCUSU


Güçlüyken affet ki; o an efesin
Ne anlamı var ki; kuru nefesin
Ceketin omzunda, başta fesin
Şu halim efeyim, deyip sanmakta

Şefaat umarak, gün yaşıyorum
Derin dehlizlere, ters düşüyorum
Ey önderim sensiz, çok üşüyorum
Şu aklım şeytana, uyup kanmakta

Sana getirmiyor, beni binekler
Kanadı var uçar, gelir sinekler
Arap para yesin, diyor dönekler
Senin adın bile, duyup anmakta

Bir can taşıyorum, hamal bedenim
Sonsuzluğa doğru, bir yol gidenim
Hak yolda bazen de, hata edenim
Şu gönlüm Resul’ü, sevip yanmakta

Zamanın yolcusu, bütün insanlık
Seni tanımamak, büyük noksanlık
Uzun gördüğümüz, ömür bir anlık
Canlar ansız kabrin, oyup konmakta

Feyzullah Kırca
Akbaşlar köyü / Dursunbey

BU KADAR ZOR MU?


İki davranış vardır ki; çıkardı bizi çileden
Susmak varken konuşarak, boş lakırtı ve hileden
Söz yerinde dut yutarak, bir şey çıkmıyor fileden,
Haksızlığa dur diyerek, hep güzeli alkışlamak…
………………………Bu kadar zor mu kardeşim?

İnsan insanın kardeşi, hiç birbirini üzer mi?
Gülün rengi ağarınca, hiç güneşine küser mi?
Kuzgun dağda bağırınca, hiç bülbül susar mı?
Hak yaratan var diyerek, hep güzeli hal işlemek…
……………………….Bu kadar zor mu kardeşim?

Hayatı kuşatan çember, bak habire daralıyor
Aldırmadan rakip deyip, gözler gözü paralıyor
İblis mangası yolları, kötülüğe aralıyor
Yolun sonu nar diyerek, hep güzele yol işlemek…
………………………..Bu kadar zor mu kardeşim?

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

28 Ocak 2012 Cumartesi

SENİN OLMAYANI SEVDİN Mİ HİÇ 2

Sen hiç hayata onun gözüyle

Onun gözüyle bakar gibi… Baktın mı?
Ağladığında süzülen bir damla yaş olup
Yere düşmek istemeden akar gibi…
Aktın mı yanaklarından?
Göz yaşı döktün mü,
Sabahlara kadar o gözyaşlarıyla
Seni seviyorum yazdın mı,
Sen hiç senin olmayanı sevdin mi?

Sen ne bilirsin aşkı gözüm
Işığa dönen ateş böceği gibi…
Gece gündüz onun etrafında döndün mü,
Sorulan sıradan sorulara
Onun sözüyle cevap verdin mi,
Bir yudum suya hasret bir kuş gibi…
Su dolu taş yalağı bulmak istercesine,
Sıra dağlar dolandın mı hiç?
O dağlarda bir sarmaşık olup,
O sarmaşığın dalları gibi…
Bedeninle bedenine ulandın mı?
Can damarlarında kan olup,
Kıpkırmızı kan gibi dolandın mı,
Sen hiç senin olmayanı sevdin mi?

Yüzünü güneşe dönen ayçiçekleri gibi…
Her nereye giderse o yöne döndün mü?
Seni fark etmeyeceği mesafeden
Günlerce güneşe hasret kalmış gibi…
Onun peşinde aydınlandın mı hiç?
Sen hiç senin olmayanı sevdin mi?

Derya dolu bulanık su olup
Gelişini hayal ederek ortadan dışa,
Dairesel dalgalar halinde dalgalandın mı,
Olumsuz düşünce ve fikirlerden
Onun rengiyle durulandın mı hiç?
Küçücük bir balık gibi…
Senin olmayan okyanuslarda
Çırpınıp yüzüyorum sandın mı,
Sen, senin olmayanı sevdin mi hiç?

Bir yudum çayın dumanında
Onunla buğulanır gibi…
Ciğerlerine kadar buğulandın mı?
Senin olmayan bir hayatı, ondan habersiz,
Onun yerine yaşar gibi… Yaşadın mı?
Sen hiç sevdin mi gerçekten
Senin olmayan birini…
O öyle istediği için ayrı yaşadın mı sevdiğinden?

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

BEYAZ GÜLÜM


Saçlarını savuruyorsun rüzgârlara
Gören gözümden içime akıp yangınınla
İçlerini kavuruyorsun ciğerlerimin bu ara

Senin en çok sevdiğin halimi
Gör diye gizliyorum melalimi…
Hayaline gösteriyorum önce
Sevinçli ve neşeli yanımı görünce
Kanadında taşınır belki mutluluk, göçmen kuşların
Biter belki ismim anılınca duymamış gibi susuşların…

‘İstemiyorum seni,
‘Ben seni sevmiyorum’ derken sakladığın
Seni açıkça ele veren o
Karşımdaki utangaç ve sıkılganca eriyip duruşların…

Mavi gözüne kurban olduğum gül beyazım!
Beyaz gülüm!
Rabbimden gayri bir şey için savrulmaz desem de külüm
O mavi gözlerine bakarken gelsin bana ölüm
Siyahı istemem o kara bahtıma, o zaten kaderim ve kederim
Ah bir bilebilsem seni nasıl ve ne ederimde hak ederim?

Sen yokken anlamı yok
Gülistan da sen yokken anlamı yok güllerin, çiçeklerin
Beyaz güllerin en beyazı gibi parlıyor
Bembeyaz giydiğin, aşağısı fırfırlı eteklerin…

‘Kendine gel sen artık evlisin
Sen benim değil onun yanında kalmanın kavlisin’
O yüzden ‘kendine gel! ’ dediğini duyar gibiyim…

Bir kez olsun sarılamadığım boynuna sarılsam
Sen gizlesen de; benim için attığını bildiğim
Kalbinin heyecanla atışlarını, ta derinlerde hissederek
Coşkun akan nehirlerin
Düze gelince durulduğu gibi durulsam…

Kendime gelmek için sana gelsem
Rabbime isyan etmeden günaha girmeden bir köşeye ilsem,
Kavlimle birlikte yanımda sende olsan,
Senin yanında ölsem olmaz mı?
Cevabını bildiğim soruları niye sorarım ki;
Şu şiirin de canını yakıp, çenemi niye boşa yorarım ki;

Zamanında gelmedin, beni de sana getirmedin
Bu hasreti, bu sana susamışlığı korkularından korkup
Sonbahar yaprakları sararıp düştü de bitirmedin…

Oysa ben giderken seni sevmediğim için değil,
Ben sana her zaman, her haline eridim bittim.
Korkularından korkup, bırak beni git dediğin için
Evet, sen öylece gitmemi istediğin için gittim...
Artık sana eskisi gibi beni sev diyemem
Sen beni sevmeye devam edip gelsen de
Ben başka bir sevdiğimle evliyim bebeğim,
Beyaz kelebeğim, hicran yaram, seni eskisi gibi sevemem…

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

BİLMEDİĞİNİ BİLMEZ


Her şeyi bilirim der, bilmediğini bilmez
Camide nasihat var, kul öğrenmeye gelmez
Zulmü; mazlumu ezer, ah! Gözyaşını silmez
Hep keyfini düşünür, cehaletin sergiler
Yetimlerin hakkı var, daha tüyü bitmedik
Hazine gelir de, dar; tek kelime etmedik
Şerden korktu ağalar, dur demeye gitmedik
Herkesi kendi sanar, kapısını sürgüler

Yazıyor hakkı Kuran, bilmezler, okumazlar
Mesaj var yaratandan, kör gönle dokumazlar
Azıyor kıran yaran, kullar; gül kokamazlar
Sazı yarık insanın, sözü seni yergiler

Yalandan ve dolandan, çekinip kopamazlar
Güzel şeyler gösteren, bir ayna yapamazlar
Yanşananlardan doğru, hisseyi kapamazlar
Hak yoksunu erenler, yanan mumu sargılar

Kamu malı devletin, ortak malıdır halkın
Helal; olsun niyetin, çalış, kazan ve kalkın
Hep olsun adaletin, yoksa hayatın salkın
Bil ki; ne yapıp ettin, rabbim bizi yargılar

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

16 Ocak 2012 Pazartesi

SENİ NE ÇOK SEVDİM



Seni bana gösterdiği için;
Aylardan haziranı, günlerden o anı
Seni ne çok sevdim, seni ne çok sevdim
Bir bilseydin ey beni bu derde koyan
Seni sevdim, hicranı sevdim, anı sevdim.

Baharı sevdim, kışlarda ayazı ve karı,
Yapraklı zarlar arasına gizlenmiş narı
Seni bana hatırlatan bütün varı
Seni ne çok sevdim, seni ne çok sevdim
Karşında heyecandan titrerken
Şu tenimden fışkıran buharı sevdim.

Seni bana sevdirdi diye özümü ve gönül gözümü
Yüzünü parlayan ay gibi gösterdi diye, ay yüzünü
Selvi boyunu ceylan gözünü
Seni ne çok sevdim, seni ne çok sevdim
Şu yüreğimdeki sönmez yangının közünü
Söndürmen için; özünü sevdim, sözünü sevdim

Gözlerin gözlerime bakınca alev saçıyor
Haziranlar lale açıyor, martılar bade içiyor
Haziran gülüm, uykularım neden kaçıyor
Seni ne çok sevdim, seni ne çok sevdim
Deli gönlüm ne bilsin haç’ı, sevda da taç’ı
Aşk menzilinde saçını sevdim, saçındaki tâcını sevdim.

Kulakları küpeli, yanakları gamzeli, pamuk gibi eli
Kulağında gülü, eteği mavili, narin ve ince beli
Umutla dolup taşan şu deli gönlüm sana deli
Seni ne çok sevdim, seni ne çok sevdim
Peşinde kaşarken atımdan düşen nalı, yorgun hali
Seni sevdim, al gülü sevdim, senli yeşili sevdim.

Baharlarım hazan ömrüm hep hasret
Savur saçını rüzgârda, kendini rüzgâra teslim et
Bir türkü neşret, bir türkü ki; etsin beni davet
Seni ne çok sevdim, seni ne çok sevdim
Beklediğim bir evet, hadi beni gözlerine hapset
Tut beni yüreğinde zabdet, istersen reddet sevdiğim
Ama bil ki gülüm, sevdan yoksa yaşamanın tadı yok
Sen gelmezsen kaderi yazan rabbimden başka
Seni bana getirecek kadı yok…

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

15 Ocak 2012 Pazar

ŞEHZADE EMİR SÜLEYMAN ÇELEBİ (Gülce-Bahçe)


Bin üç yüz yetmiş yedi
Gün beklenen güne yetmiş
Ana rahminde süre bitmiş
Yaratanım da ömür bahşetmiş
Vatan toprağında Emir Süleyman…
Doğan, Yıldırım Beyazıt’a bir oğlan…

Ömrün ön başında, hem de yanı başında
Bir can, Anadolu’nun toprağında taşında
Hanenin ekmeğinde, sofrasındaki aşında
Belki üç, belki beşinci, bil ki nur, inci ortağı
Adı Süleyman Çelebi, dillerde oldu Emir Sultan…

*

Bilinmez annesi, bilinmez çocukluk yaşamı
Olunmaz Çelebi, görerek Mekke’yi ve Şam’ı
Okuyup yazmak gerek, iyice eğitim almak gerek
Yazılıp kalır silinmez, yaşamlar yaza mı kışa mı?

Çok olasıdır
Osmanlı İslam eğitiminden geçtiği
Çelebi namlı ve sanlı adının
Bilinir halkının ona sevgi eğiliminden seçtiği
Bilinir ay karanlık gece de
Tövbe edip yalvarmaya, duaya durup el açtığı…

Yıldırım hanın oğludur, var mı ki hala bilmeyen
Hem ovalı hem dağlıdır, var mı ova da ölmeyen
Hem salınır hem bağlıdır, kimdir haberi almayan
İman şerbeti içtiği, beyaz kefendir biçtiği

Bin üç yüz doksan yılında, hemen beyliğe atandı
Emir babadan alındı, özü ferman, vakit tandı
Sabah namazı kılındı, tozu dumana katandı
Ege bölgesi geçtiği, sancak beyliği seçtiği

Böylece olmuştu, biline
Manisa ve Balıkesir’e sancak beyi
‘Daha çocuğum, yaşım on üç ancak’ deyi
Zaman ilerlerken, gece günü mü? izliyor,
Yoksa uyanık gün mü? izliyor, uykudaki geceyi…

Bin üç yüz doksan üçte
Gönderildi Bulgarlar üzerine
Önce Tırnova’yı, ardından Silistre’yi aldı
Niğbolu’yu da alıp Vidin’e daldı
Bulgar krallığına son verip, tüm toprağı ona kaldı
Mutlu oluyordu babası Yıldırım Han’ım…
Daha çocuktu korkusuzca dalıyordu,
Aman Allah’ım, Süleyman’ın geçtiği yer toz duman,
Korkusuz küheylan gibi nam salıyordu…

Bu başarısı sonunda oluyordu Kastamonu valisi
Bin üç yüz doksan dokuzda Akkoyunlu ahalisi
Erzincan’a çekilmek zorunda kalarak,
Sivas, Tokat, Kayseri ve Aksaray illerini alarak
Buraların egemenliği Osmanlı’ya kalıyordu…

Bu başarısı sonunda Sivas valisi oluyordu
Lakin baş ağrısı başlıyordu anında,
Yıl bin dört yüz de büyük bir orduyla
Sivas üzerine yürüyen Timur’u,
Karşısında buluyordu.

*

Yağacaktı hisseder, bir karışlık kırağı
Yakın edip ırağı, güçlüydü o bilerek
Geriye çekilerek, savmıştı tehlikeyi

Kara gün oldu o gün, belki güneş doğar
Günü ışığa boğar, umudunu kaybetmez
O anda ayıp etmez, kovmuştu tehlikeyi

*

Öncelikli yol Karesi, hemen arkasından Aydın
Saruhan sancaklarının, beylerbeyliğini yaptı
Derin kanar yarası, umut demez günaydın
Ankara da savaşmaya, meydanda yerini kaptı

Bu savaşı kaybedince, sözlerin en kabasıyla
En büyük kardeş Mustafa, esir düşer babasıyla
İstanbul’a ulaşmıştı, sırtındaki abasıyla
Başarıyordu kaçmayı, uykuları derin saptı

Timur’a tutsak düşmekten,
Kurtuluyordu kaçarak
Timur Anadolu da üstünlük sağlıyordu
Hükmettiği toprak sahasını açarak
Timur’a bağlılık bildirdi
Böylece bir anlık, yeniden yüzünü güldürdü
Atandı Osmanlı topraklarına hükümdar
Gönül mahzun, biraz ezgin, atına vurdu dizgin
Koruyup bakımını yapmazsan yaşamaz bile ağaç,
Bin dört yüz üç, iktidarda yaşamak güç
Bizans imparatoru İkinci Manüel
Gelibolu anlaşmasıyla Pendik, kartal, Tesalya
Beğendiği toprakların en dik ala iyilerini
Gebze ile birlikte kimi adaları ve koyları
Misivri’ye kadar Karadeniz kıyılarını
Yetmedi Selanik’te var, alıyordu elinden…

Süleyman çelebi
Anadolu’ya demirliyordu gemilerini iyice
Umuda yelken açar, gerekli desteği sağlar öylece
Osmanlı toprağına hükmedebilmesi gerçekleşirdi
Şehzade Süleyman Çelebi’nin böylece

Gelecek umutla bekler pusuda
Geçmişe nedamet duyar gibi
Yıkamak aklamak ister pak suda
Hatasız insanlar bekler gibi;

Hatasız kul olmaz umut boşuna
Zaman alıp gider bakmaz yaşına
Bir hoş seda ister mezar taşına
Dua söz koyanlar bekler gibi

Padişahlığa giden yoldan dönmek güç
Haziran üç, yaz sıcağında hararet otuz üç
Venedik ve Cenevizlerle anlaşır Emir Sultan
Söyledik ya asıl adı, Şehzade Çelebi Süleyman…

Venedikli ve Cenevizlilerden
Timur’u Rumeli’ye geçirmemeye söz alır.
Karşılığında ticari ayrıcalıklar tanır
Fetret devri karmaşasında Edirne'ye uzanır
Bu uzanmanın arkasında hükümdarlığını ilan eder,
Babasının tahtına adım adım yaklaştığını sanır…

*

Neşelenir sohbetler, bayram böcekleriyle
Umut ocaklarında, gönül açar, gül açar
Süslenir her hayaller, kanatlanır ve uçar
Tazelenir umutlar, bahar çiçekleriyle

Mücadele başladı, çelebi kardeşlerde
Manüel’den desteği, alarak zor zahmetle
Savaş dedi gönderdi, hadi savaş Mehmet’le
Savaştı ve kazandı, öncelikle düşlerde

Savaştı ve yenildi, kazanmak zordu zafer
İsa bu savaşımın, sonunda öldürüldü
Tez elden Süleyman’a, bu haber bildirildi

Tükenince umutlar, Bursa’ya yaptı sefer
Önce Bursa’yı aldı, ardından Ankara’yı
Ta Amasya’ya açar, kardeş Mehmet arayı

*

Yıl bin dört yüz beşte Çelebi Süleyman
Karaman oğullarının toprağına el atınca
Sivrihisar’ı onlardan almak için kuşatınca
Amasya’ya kadar arayı açan Çelebi Mehmet
Karaman oğlu Mehmet beyle anlaşıp
Düşüne düş, gücüne güç katınca
Bin dört yüz dokuzun bir nisan sabahında
Saat dokuzun buçuğuna tokmak çakınca
Kardeşi Musa çelebi’yi Rumeli’ye gönderdi.

Musa çelebi aldığı, bu destekle güçlenmişti
Aydın ve Germiyanoğlu, karındaşı Musa derken
Süleyman içinse cephe, bölünerek üçlenmişti
Rumeli’ye geçmişti de, Çatalca da yendi erken

Musa’yı yenip kazandı, Çatalca’da bu savaşı
Edirne’ye geri döndü, bastı geçti dağı taşı
Atı mahmuzlu giderken, vardı hızlısı yavaşı
Beklemedi bir tehlike, alıp yemeğini yerken

*

Musa çelebi
Destek için turladı
Yeni kuvvetler toparladı
Sofya yakınlarına uzanarak
Burada yaptığı savaşı kazanarak
Üzerine yeni bir umut döküp umutların
En üstüne çıkar gibi gökteki Beyaz bulutların…

‘Fırsat bu fırsat
Gücümü göstereyim
Muradıma varıp ereyim’
Dedi Edirne’ye doğru yürüdü
Rehavet uykusu Edirne’yi bürüdü
Ne önlem almıştı baskına, ne kaygısı vardı
Süleyman çelebi’nin hataları canları yakardı…

Çevresindeki
Akıncı zor içinde;
Akıllar neden de? Niçin de?
Bir bölümü Musa’ya katıldılar.
Diğer bölümüyse, ya kaçıp kurtuldular,
Ya hemen ölüme atılıp, kılıç savurdular
Kardeş kardeşi vurup doğrarken, toprağı kavurdular…

*

Tehlikeyi fark ederek, İstanbul yönü kaçmaya
Güneşe doğru giderek, ölüme doğru uçmaya
Azrail’i davet gerek, vuslat sofrası açmaya
Kırklareli’ye vararak, ulaştı düğüncü köyüne

Dünya artık dar gelirdi
Azrail’den kaçılmaz, o her yeri bilirdi…

‘On sekiz mayıs bin dört yüz on’ dedi tarihçinin birisi
‘Bin dört yüz on bir sen bilmiyon’ dedi ötekisi…
Musa Çelebi tarafından
Düğüncü köyünde yakalanıp öldürüldü
Yağı biten bir kandil daha söndürüldü
Tarihe var azıcık ilgim, budur bu konudaki bilgim,
Ben bildiğimi, bildiğim kadar söylerim
Tarihçiye ve tarihe kalsın gerisi…

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

1 Ocak 2012 Pazar

MALA MÜLKE TAPANLAR


Ya akıllı kelesiniz, ya dersiniz hakkı tehir
Hakikat şu bilesiniz, mal dediğin bene zehir

Mala ve mülke tapanlar, tuzlu su içene benzer
İçtikçe de susayanlar, dünya hırsı dolu panzer

Kimi can dostu görünür, hakikatte gizli düşman
Tilki postuna bürünür, eder seni özlü pişman

Öz niyetini gizlemiş, giymiş güler yüz postunu
Hep hileye yol izlemiş, kandırır güya!... dostunu

İşin aslını bilmiyor, kanıp aldanan kendidir
Gülerim derken gülmüyor, yıkılan özü, bendidir

Konuşurken hakkı konuş, yalancının mumu söner
Elde edilen haksız sonuç, talan olmuş kuma döner

Sözleri doğru olanlar, hata etse göz yumarlar
Sözleri yalan dolanlar, yeminle güven umarlar

Yaptığın yanlışla yüzleş, insan böyle de kazanır
Taptığın kendinle sözleş, ruhun sonsuza uzanır

Başak olgunsa eğilir, başın eğer vakarından
İnsan olgunsa sağılır, fayda sunar akarından

Budur hayatın busesi, sabır taşı ol! kıdemli
Önemli değil nam sesi, eylem ve söylem önemli…

Olgun davran ey Feyzullah, yere değsin dal uçların
Razı olsun da bir Allah, bol olsun ‘sözde’ suçların…

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey