8 Kasım 2012 Perşembe

AŞKINLA UYUYORUM





Gözlerimi kapadığımda sağ yanı başımda,
Solur gibi sımsıcak nefesini duyuyorum
Her öğünümde kaşıklayıp yediğim aşımda
Sen varcasına kaşığı ağzıma koyuyorum

Rüzgârın önünde coşmuş, saçı lüle lülesin
Hayal de olsan kulağıma bir ömür gülesin
Yokluğun diye bir şey, kesinlikle yok bilesin
Sen yanımdasın, beni de yanında sayıyorum

Elimden tutup kimse alamıyor beni senden
Bir senden geçemedim, geçebilsem de bu tenden
İzleye dur! Gece gündüz çekildiğin köşenden
Rüzgârda gönlüme dolan kokunla doyuyorum

Sönmedi sönmez, gönlüme yaktığın közlerin
Hayat verir, can verir, heyecan verir sözlerin
Ruhuma kapılar açar parlayan ay gözlerin
Gelecek umudumu göz rengine boyuyorum

Her şey seninle güzel, her şey seninle pekiyi
Neden yaşıyorum gül, senden uzak bu sevgiyi…
Bıraktım artık bir kenara, korku ve kaygıyı
Sensiz uyanmamak için, aşkınla uyuyorum

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

23 Ekim 2012 Salı

BİR SEN BİR DE BEN





Gönlümün kapılarını açtım ardına kadar
Seni arıyor her yerde, gözlerim olmuş radar
Pembe düşlerin koynundayız biz iki kafadar
…………Bir sen bir de ben, gerisi önemsiz teferruat
…………..Hakka imandan gayrısı, önemsiz teferruat

Bu ne güzellik gülüm, bu ne bakılası surat
Sema mavisi gözlerinde kaybolmak murat
Engin denizlerinde yüzdür de beni son sürat
…………Bir sen bir de ben, gerisi önemsiz teferruat
…………..Hakka imandan gayrısı, önemsiz teferruat

Sığınacak liman buldum gözlerinden öteye
Üşüdükçe sokuldum, özünde döndüm soteye
Şaşırdım şoke oldum, girmişim sanki şatoya
…………Bir sen bir de ben, gerisi önemsiz teferruat
…………..Hakka imandan gayrısı, önemsiz teferruat

Sakın hasta olma gülüm yerine ben olayım
Melek gibi dur başımda yine huzur bulayım
Senden önce ben öleyim, sensiz biter halayım
…………Bir sen bir de ben, gerisi önemsiz teferruat
…………..Hakka imandan gayrısı, önemsiz teferruat

Sanki hiç yaşamamışım sensiz geçen zamanı
Bir başına kalsam, çıkmaz bacamızın dumanı
Sensizlik denen derdimin yoktur gülüm âmânı
…………Bir sen bir de ben, gerisi önemsiz teferruat
…………..Hakka imandan gayrısı, önemsiz teferruat

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

5 Ekim 2012 Cuma

SENİN OLMAYANI SEVDİN Mİ HİÇ-3



Senin olmayan birini sevdin mi hiç
Adını söylemek istediğinde
Boğazın düğüm düğüm düğümlendi mi hiç?

Ağzımdan çıkıp gidecek bir söz olsaydın
Konuşmazdım beni bırakıp gitme diye
Gözümden akacak yaşta, küçük bir öz olsaydın
Ömrümce ağlamazdım, senden mahrum etme diye
Anla işte sevdim,
Aşkım, vuslatına heyecanım,
Kurşuna dizip vursalar sensiz ölmezdim.
İsmin anıldığında titrediği kadar canım
Seninle ölürken titremezdi dizlerim,
Ne olur bırakın, öldürmeyin diye eğilmezdim…

Oysa sen radyoda çalınacak bir şarkıydın
Başkaları için çalınıp söylenen
Balıkesir belediyesinin eğlence parkı gibiydin
Benden başkaları vardı sende eğlenen
Senin olmayan birini sevdin mi hiç
Adını söylemek istediğinde
Boğazın düğüm düğüm düğümlendi mi hiç?

Voltalar uzuyordu, zaman uzuyordu ayağımda
Sensizliğin acısı sığmıyordu bedenime
Senli hayaller görüyordum sağımda
Bir sen giriyordu usulca kolumdaki yenime…

Dokunsalar ağlayacağım bir ömür boyu
Boğulduğum bilinmezlik dipsiz bir kuyu
Oysa ben iyiyim görünürde!
Benim olmayan seni sevdiğim için
Sensizlik acısıyla gönlüm yerlerde sürünürde...

Kemirirken gönlünü aşk denen bela
Yakarken sevdasının yürek yarası hala
Hamal olup elini tutmayanı
Okusa da bitişine, hüseyni makamında sala
Sen hiç o öyle istediği için
Düşlerin onunlayken, ondan ayrı yaşadın mı hiç?
Senin olmayan birini sevdin mi hiç
Adını söylemek istediğinde
Boğazın düğüm düğüm düğümlendi mi hiç?

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

21 Eylül 2012 Cuma

GÜN DOĞARKEN KARANLIĞA



Sıralanır duygularım gecelerin de gecesinde
Kanayan sevdalar var sözlerimin her bir hecesinde
Pare pare olur yüreğim iz bırakır nicesinde
Gün doğarken karanlığa, benimse kararır gözlerim

Bir kekik kokusu yayılır koynundan huysuz gecenin
Sesi kulağımda yankılandı birden bire ecenin
Sevmişim delice; ister darılın, isterse gücenin
Gün doğarken yarenliğe, benimse bağlanır dizlerim

Taşları oymak için uçurum şelaleden hız aldım
Işığı duymak için denizin dibinde sessiz kaldım
Gönlüme koymak için heyecandan halsiz haldim
Gün doğarken hayranlığa, benimse sararır yüzlerim

Gözleri mavi deniz renginden itinayla boyanmış
Onu görenlerin kapısına bahar gelmiş dayanmış
Dalga dalga saçların aksine suda köpük uyanmış
Gün doğarken hayranlığa, benimse şahlanır özlerim

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

4 Eylül 2012 Salı

HİÇ KİMSE BURALI DEĞİL



Hiç kimse buradan değil kardeşim
Ana rahminden dünyaya inmiştik
Biz aşkı erostan değil kardeşim
Mekkeli bir yetimden öğrenmiştik

Satın alacak gibi şu küreyi
Neden yapıyoruz ne için neyi
Bilmezken öğrendik birçok şeyi
Biz onunla kör cehaleti yenmiştik

Derdi dünya olan mutlak olurmuş
Onda dünya kadar derdi bulurmuş
Ebedi âlemse gel der dururmuş
O gelmese biz dünyaya kanmıştık

Karanlığın koynuna giriverdik
Saçımıza aklar düşer giderdik
Hayatın sırrına onunla erdik
O bizi uyarmasaydı yanmıştık

Şu yerin bir altı var birde üstü
Ruh dediğin tende emanet kuştu
Bu hakikat akla onunla düştü
Can tende ebedi kalır sanmıştık

Burada ne hancı kalır ne de han
Er ya da geç döner geriye kervan
Ne mal kalır, ne sefa döner devran
Zaten kaç kez salacağa binmiştik


Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

11 Ağustos 2012 Cumartesi

VAR DEME




Cefa ve sefayı çeken, bir avradım var deme
Fakirlik ve yoksulluk, başına gelmeyince
Oğlum ve kızım varken, bana bakarlar deme
Başına bir hal gelip, düşmüşlük bilmeyince

Gün dönümünden sonra, filiz süren darıdan
Kocasından kaçarak, ayrı yatan karıdan
Bal ve oğul yapmayıp, vızıldayan arıdan
Hayır gelmez kardeşim, eceli gelip ölmeyince

Halden sözden anlamaz, sağır gözü karanın 
Kör kütük sarhoş gibi, bağırdığın naranın
Haramdan gelen malla, alın tersiz paranın
Asla binası olmaz, helal ne olmayınca…

Memuru ve işçiyi, mahveder süslü avrat
Araç süren kişiyi, mahveder hızlı surat
Malını ve mülkünü, mahveder arsız evlat
Hak yolun hidayeti, yüzüne gülmeyince…

Feyzullah kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

5 Ağustos 2012 Pazar

KARDEŞLİK ŞİİRİ



El ele omuz omuza, tek vücutta kaynaşmaktır
Birlik olup engelleri, tüm güçlükleri aşmaktır
Sevmektir candan ve içten, yürekleri paylaşmaktır
Ben değil biz olabilmek, ön’e koşmaktır kardeşlik

Sözler yalansız olmalı, her şey kalmamalı sözde
Dert ve acıyı duymalı, sanki yanan yangın közde
Peygamberin öz amacı, gülücük görmek her yüzde
Sen değil yüz olabilmek, bin’e koşmaktır kardeşlik

Hoşgörüyle yaşamaktır, nefret, kin ve hinden uzak
Hiç ama hiç kurmamaktır, hak yol da kardeşe tuzak
Kötüsü kazık atmaktır, olmamalı bir de kızak
Yan değil düz olabilmek, din’e koşmaktır kardeşlik

Hep birlikte hem hal olup, yakalayalım ahengi
Hak yolunda nefislerle, yapalım sadece cengi
Yalan dünyada bulunmaz, kardeşçe sevginin dengi
Çan değil saz olabilmek, tin’e koşmaktır kardeşlik

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü İmam Hatibi / Dursunbey

Tin:1-Bir şeyin tepesi (özlenen güzelliğin uç noktası) . 2-Ruh. Birtakım fizik ötesi kurucularının, gerçeği ve evreni açıklamak için her şeyin özü, temeli veya yapıcısı olarak benimsedikleri madde dışı varlık.

4 Ağustos 2012 Cumartesi

SIKILDIM ARTIM DÜNYA




Her daim güzelliğe, hiç yılmadan koşarken
Engellerle boğuşup, diz üstü sürünmekten
Her daim hoşgörüyle, tevazuyla yaşarken
Sıkıldım artık dünya, hep hakir görünmekten

Bal tutmuş başparmağı, çaresizce süzmekten
Düğümlenip kalmışken, düğümleri çözmekten
Hak sahili bulmuşken, tek başına yüzmekten
Sıkıldım artık dünya, zalimden korunmaktan

Herkese yetişirken, kendime geç kalmaktan
Bataklık kör kuyuya, merdivensiz dalmaktan
Tuttuğum her bir dalı, elde kalmış bulmaktan
Sıkıldım artık dünya, vebalden arınmaktan

Kendini mala mülke, satanları görmekten
Parayla adamlığa, yatanları görmekten
Senin için yaşayıp, batanları görmekten
Sıkıldım artık dünya, kötüye yaranmaktan

Seni hak etmeyenler, hep sefayı sürerken
Savunmasız mazlumun, defterini dürerken
Her türlü kötülüğü, hep üstüne kürerken
Sıkıldım artık dünya, örtüye bürünmekten

Feyzullah kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

27 Temmuz 2012 Cuma

HESABI GÖRÜLÜR



Genç yaşında ok atar, hem de kılıç kuşanır
Din ve vatan uğrunda, kör kurşunla vurulur
Bak alnı kabağından, sıcak terler boşanır
Ömrü cennete satar, vatan böyle kurulur

Balıklar baştan solmuş, kuyruğu neylesin
Ayaklar var baş olmuş, dil kime ne söylesin
Lafta onlar da kulmuş, varsın gönül eylesin
Zulmün defteri dolmuş, elbet hesap sorulur

Susmak en güzel cevap, edep elden gitmişse
Alacak mutlak sevap, kalp iyilik gütmüşse
Bitmişse hayâ edep, kimden ne hak ütmüşse
Hangi gün bilmem acep, karşısında durulur

Mazlumu görüp gülme, yardım için et akın
Uğrasan da bin zulme, tek zulüm yapma sakın
Gücün yeterse ölme, ölüm bize çok yakın
Örtülür toprak bölme, sıkar toprak yorulur

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

BERCESTE-29

SEV KARDEŞİM
 


Sev kardeşim şu ülkenin, tüm kuşunu ve kurdunu
Canın kadar sevmez isen, şu toprağı ve ordunu
Düşmanlar çiğner leşini, paylaşır hemen yurdunu
Basıp geçer ey kardeşim, hem şeref hem onurunu


Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

BERCESTE-28

SUYA SABUNA DOKUNUN 




Suya sabuna bir az, bir zahmetle dokunun
Zerresi bile kalmaz, kir ile pis kokunun
İsmi bile okunmaz, mikroplardan korkunun,
Her türlü hastalığa, çağrı yapan okunun….

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

BERCESTE-27

FAYDASI YOK KORKUNUN 




 

Ecele hiç bir zaman, faydası yok korkunun
Su sabuna bir zahmet, konuşurken dokunun
Hiç dönüşü yok aman, fani hayat çarkının
Faydasız ve zararlı, tüm sözlerden sakının

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

BERCESTE-26

KİMİ ER KİMİ DİŞİ

Kimi er kimi dişi, dünya da çok insan var
Dinlediğim her kişi; hayattan memnun değil
Cenneti arzu edip, amma da konuşan var
Hiç kimse de gitmeye, vermiyor asla meğil…

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

BERCESTE-25

TAKVA YOLCUSU 



Dünya denizinde ahiret bir sahil
Takva vapurunda, yolcu olmak gerek
Çok vera sahibi, herkes olur dâhil
Günaha dalmadan, koşup dolmak gerek

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

16 Haziran 2012 Cumartesi

VARSIN TAŞLASIN


Ah keşke dememek için, çalış kardeşim her zaman
Böylece tüm cümlelerin, iyi ki ile başlasın
Hak yolunda ol her zaman, doğruyu konuş ha aman
Kendini bilmez cahiller, varsın hep seni taşlasın

Söz bir terazi bir kantar, konuştukça seni tartar
Yalan ve kaba söylersen, kazancın ocağın batar
Doğruyu güzel söylersen, şerefin değerin artar
Kendini bilmez cahiller, varsın hep seni taşlasın

İnci yerlere düşmüş bak, revaçta bugün çerçöpse
Hiç değerini bilen yok, tüm balıklar elden öpse
Su üstü sal olmaya bak, seninle olsun edepse
Kendini bilmez cahiller, varsın hep seni taşlasın

Tüm bilgiyi beyne depsen, almaz onların karnı tok
Her türlü iyilik yapsan, çeyrek zararın gelir çok
Ona cennette yer kapsan, gölgen değer karnına sok
Kendini bilmez cahiller, varsın hep seni taşlasın

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

MESLEK EDİN ÜRETMEYİ




 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Hele ki; hakka yüzü ak, varmayı çok istiyorsan
Altın aramayı bırak, bir ömür sarayda dursan
Altın kurtarmaktan ırak, azimle dolu vakursan
Hep çalış gönül alarak, meslek edin üretmeyi

Haksızlığa eğilmeden, hak yolunda bükülmeden
Yalan yanlış sözcüklerin, sapır sapır dökülmeden
Mütevazı bir toprak ol, şer dağına dikilmeden
Bağrında güller yetişsin, meslek edin üretmeyi

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey
 

12 Haziran 2012 Salı

BERCESTE-24

OLACAKSIN 






Bu dünya da ya her şeye çok arsız olacaksın
Başa gelecek her şeye umarsız olacaksın
Ya da doğruluk yolunda çıkarsız olacaksın
Kurtuluşun uyruğuna doğru yol bulacaksın

Feyzullah Kırca
Akbaşlar köyü / Dursunbey

BERCESTE-23

İKİ KULAĞA BİR DİL







Rabbim iki kulağa bir tane dil vermiş niçin
Demiş ki; kullarım iki dinleyip bir konuşsun
Rabbim iki göze sadece bir baş vermiş niçin
Demiş ki; iyi gözleyerek hakikate koşsun

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

BERCESTE-22



GURUR KİBİR BİLMEM




Bana bir adım gelene, nasıl iki adım gelmem
Burnu nice büyüklere, mecburen alışıyorum
Ben gurur ile dolmayı, kibirli olmayı bilmem
Herkese alçak gönüllü, olmaya çalışıyorum

Feyzullah Kırca
Akbaşlar köyü / Dursunbey

BERCESTE-21

CAMİYE GEL

 


Çekme cahil nefsinin, gaflet dolu nazını
Haydi, kalk gel camiye, kıl sabah namazını
Kâtip melekler bekler, Salih yazsın yazını
Kır şeytan zincirini, gönlüne huzur dolsun

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

10 Haziran 2012 Pazar

BERCESTE-20

HAKKI ANLAT




Yaydan çıkmasa ok, hedefini ne bilsin
Dilden çıkmasa söz, muhataba ne gelsin
Öyle söyle ki sözü, hak yola dönsün yüzü
Sert ve siyah düz taştan, kayayı bile delsin

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

BERCESTE-19

HAK YOLUNDA YÜRÜRÜM



Cahil cühela diller, ne söylerse söylesin
Hak ile akıl giller, ne der diye bakarım
Karanlık dağıtmaya, dilimde varsa esin
Sönemeden kandiller, yollara mum yakarım

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

BERCESTE-18

DÖNÜŞÜ YOK


Konuş hele kelam, aynasıdır söz özün
Önce sen ver selam, kardeşidir göz gözün
İyilik versin Mevla’m, yokuşun olsun düzün
Dönüşü yok bu yolla, dilden dökülen sözün

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

BERCESTE-17

GAFLET GÖZLÜĞÜ


Dağlar sevdiğini tutar, sıkı sıkı kucağında
Sırtındaki yükü yakar, aşkı dokur ocağında
Şarıl şarıl sular akar, çağlar dere bucağında
Gaflet gözlüğüyle bakar, kendini yakar insan

Feyzullah kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

BERCESTE-16

SABIR GEREKLİ


Sen hiç istemesen de, gelir sürünür bela
Sille tokat yesen de, sabır yaraşır kula
Yönü bozuk dünyada, ahlakı satma pula
Ömür dediğin ne ki; bir ezan birde sala…

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

BERCESTE-15

ÖNEMLİ OLAN



Senin kime nereden baktığın önemli değil
Bakanların seni nerede gördüğü önemli
Dünya malına vermiyorum, sende verme meyil!
Hak yoluna çalış! Olmasın karınca kıdemli…

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey
 

5 Haziran 2012 Salı

BERCESTE-14

KİBİR

Kibir bizi felakete sürükler
Kör şeytanın yoluna örükler
Nefsimize kötülüğü körükler
Bilenler haddini bilmesin ister

Feyzullah Kırca
Akbaşlar köyü / Dursunbey

10 Mayıs 2012 Perşembe

HALİLİBRAHİM BEREKETİ


Dağlar duman içinde, an ise an içinde
Geçmiş zaman içinde, iki kardeş yaşardı

Büyüğü Halil idi, küçüğün İbrahim adı
Şanlı birer kul idi, sevmekti düş, başardı

Halil evli çocuklu, İbrahim eşten yoklu
Babasından ortaklı, tarla buğday yeşerdi

Gelmişti hasat ayı, biçip sürüp tarlayı
Elemişler buğdayı, yarıdan pay düşerdi

İş taşımaya kalmış, lazım olan çuvalmış
Halil gitmişte almış, hin; çok mala üşerdi

İbrahim pay payımdan, buğdaysa buğdayımdan
Nüfusu çok sayımdan, der Halil’e döşerdi

Haydi, doldurup götür, önce sen taşı bitir
Vakit var daha yeter, deyip akla düş erdi

İbrahim bol çuvala, doldurup düşer yola
Zor nasip olur kula, Halil bire beş verdi

Kardeşim daha bakir, O benden daha fakir
Ben evliyim çok şükür, der yüze neşe erdi

Seviyor iki yürek, kardeş kardeşe gerek
Atıyor kürek kürek, takrarı beşe erdi

Birbirinden habersiz, gülmek bizlere yersiz
Anlamaz kimse sersiz, kardeş kardeşe verdi

Hak teâla bu hali, bulmuştu da çok âli
Verdikçe verdi gali, sanki rızk koşu verdi

Nihayet gün baş yasar, zindan karanlık basar
Yazdı bunu çok asar, görenler şaşı verdi

Ambarlara gitmiyor, taşı taşı bitmiyor
Koyacak yer yetmiyor, bereket taşıverdi

Her şeyden önce hemen, gerek bolluk istemen
Halil-İbrahim ismen, dilden dile düşüverdi

Kim mala atar takla, işi olur mu hakla
Kardeş gelir mi akla, insan bunu aşıverdi

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

Gali: Kütahya ve Dursunbey yöresinde artık anlamına gelir. Genel olarak: kaynayan, coşan, coşup taşan anlamındadır.
 

SÜLEYMAN ÇELEBİ (Gülce-Buluşma)


Bin üç yüz kırk altı
Ya da bin üç yüz elli bir’e az kaldı
Bir zaman aralığında
Ulu Allah’ın büyük lütfü bellidir bire
Kendini dünyaya saldı, ilk nefesini aldı

…………Orhan Gazi döneminde
…………Dünya’ya gözünü açtı
…………Ağlasa da ilk deminde
…………Simyaya gülücük saçtı

…………Yeşil Bursa onun yurdu
…………Sevdi durdu kuşu kurdu
…………İman zırhı kale surdu
…………Kırmızı fes başa taçtı

Birinci Murat’ın vezirlerinden
Bir inci, hazeratın pirlerinden
Ahmet paşanın oğlu Mahmut efendinin torunudur.
Mahmut efendiyse; Şey Edebali’nin torunudur…

Silah arkadaşı Fiehzade Süleyman’la
Dedesi Mahmut
Suya; “daldırma! ” diyen ilahi fermanla
Bin üç yüz otuz sekizde
Rumeli’ye sal ile geçenlerdendir özde…

…………Zikrolunan aileden şeyhler vezirler çıkardı
…………Suya seccade serecek derecede ve vakardı
…………Mahmut Efendi toruna başka ne adı koyardı?
…………Okunur da kulağına, öğrenir âlim Süleyman

…………Ne anlamı olacak ki, bilgisiz kuru nefesin
…………Ona ismi verilecek ki, bekler ezanı herkesin
…………Fiehzade Süleyman’dı, ismini verirken esin
…………Dokunur da kulağına, öğrenir âlim Süleyman

…………O devir Bursa önemli, baş il ve ilim merkezi
…………Hakikatleri bilmeli öğretmek gerek herkesi
…………Budur akil gönüllerin insanlığa hak vergisi
…………Yakınır da kulağına, öğrenir âlim Süleyman


…………Süleyman Çelebi ilme, gözde okullara gider,
…………Ünlü âlimler yanında, diz kırarak talim eder…
…………Cüz’î irade önünde, birer yazı ölüm-kader
…………Akınır da yolağına, öğrenir âlim Süleyman
*

Efendi,
Nazik ve kibar
Padişah oğlu değil,
Öyle ise şehzade değil,
Bilesin ki; başka hünerleri var…
Her hangi bir işaret veya kanıt yoktur
Mevlevi tarikatına da girdiğine dair
Şehir terbiyesiyle dolu ahlaki yönleri çoktur

O kendi
Has çelebidir…
Mahir olup bilendi
Çelebi dediğin efendi
Hem eğitimlidir, hem de kültürlü,
Her bir çelebi gibi, okuyup yazardı
Ömrü boyunca haktan iman şerbeti dilendi
Hayatının her anında, dili dua dua söylendi
*

…………Ya şehzade olup, padişahın oğlu
…………Ya Mevlevi büyük, ya Bektaşi soylu
…………Ya görgülü olup, terbiyeyle tuğlu
…………Böyle bir üstünlük, sahibi olana
……………………………Çelebi namı verilir…

…………Biraz aklı kaçık, parlayan ziyadır
…………Sevgi dolu körük, duygusu hayâ’dır
…………Gönül gözü açık, kimi evliyadır
…………Hak yolda bütünlük, sahibi olana
…………………………... Çelebi namı verilir…

Süleyman Çelebi;
…………Bilgisiyle görgüsüyle, o gün dikkati çekermiş
…………Ahlakiyle örgüsüyle, huzura tohum ekermiş
…………Ve örnek tavırlarıyla, öz bilgisini göstermiş
…………Yıldırım Beyazıt Hanın, çekivermiş dikkatini

Divan-ı Hümayun imamı olmuştu
…………Sonunda Yıldırım Han’a, imamlığa durulmuştu
…………Bin üç yüz doksan dokuzda, yapımı bitirilmişti
…………Bursa da Ulu Cami’ye, göreve getirilmişti
…………Cami de cemaatine, göstermişti rikkatini
*

Söylenceye göre;
Göre göre söylenir sözün közü…
Özü başka İranlı bir vaiz
Vaaz ve nasihatlerinin yanı sıra
Bir ara peygamberlerin üstünlük ve görece
Derecelerini anlatırken eşitliklerine dalmıştı
Almıştı sözü diline, ‘bütün peygamberler eşittir’ demiş
Naneyi yemişti cemaati gönlünü üzüntüye salmıştı.

………… “Allah’ın peygamberlerinden hiç birini
…………Diğerlerinin arasından ayırmayız.
…………Duyduk kabul ettik, tutuyoruz emrini”
…………Rızan varsa, başka bir şeyi kayırmayız…

………… “Hz İsa ile Hz Muhammed arasında
…………Fark ve üstünlük yoktur” diyordu cahilce
…………Bozuk inanışa göre dil yarasında
…………Hem Muhammed’i küçültüyordu sefilce

Bu ifadeleriyle meal ediyordu nihayeti
Bakara suresi iki yüz seksen beşinci ayeti
Ayeti tefsir ederken, anlaşılmıştı yek niyeti
Muhammed(s.a.v.) ’inde aynılığında kalmıştı…
*

Ağa sitemkâr olmuş, nasıl olurdu öyle
İtiraz eder hepten, duramaz söyler sözü
Lakin saygısı vardır, önce kalkar ayağa
Yüzü gül sevgilinin, ölçülmez derecesi

Bakma cahil cühela ne derse deyiversin
Karanlık dağıtmaya varsa dilinde esin
Dersin güler yüzünle bir mum yakıverirsin
Alçalmaz derecesi yüzü gülün bir anlık
*

Ey bre cahil!
Kendi kafana göre veriyorsun tefsire meyil
Sen bu ilimde geri bilgilerdesin
Elem dolu fikirlerin var, bizden beri gölgelerdesin
Hiç peygamberler arası üstünlük olmaz mı?
Nübüvvet ve risalet yönünden olmasa da
Diğerleri kavimlere yol gösterirken
Muhammed’in ümmeti kâinata dolmaz mı?

O ayeti:
“Birinin peygamberliğini kabul edip
Diğerlerini etmeyerek dönüp gitmeyiz.
Hepsine karşı bağlılık hissedip
Onların aralarında ayrılık gütmeyiz.
Her birine derecelerine göre iman ederiz”
Diye meal edip
Tefsirine de bu meyan da mana güderiz…
Son peygamberi örnek alır peşinde gideriz
Söylediğini yapar, yaşadığı gibi yaşarız,
Ümmetine dâhil olmak için gece gündüz koşarız

…………Bu ayeti izahtaki, ifadeniz müstağnidir
…………Derece ve üstünlüğü, aynıdır anlamı çıkmaz…
…………Belki de ilahi değil, beklentin henüz aynidir
…………Bizim imanımız akmaz, söylediğin yere akmaz

…………O sendeki hadsiz dille, konuşulan mefkûreyi
…………Yedi kere şeksiz hele, zemzemle yıkamak lazım…
…………Bu yanlışı ispat için, kur’an da aynı sureden
…………İki yüz elli üçüncü, ayeti okumak lazım

Dilin; o ayetteki:
“ Peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık
Allah onlardan bir kısmı ile konuşmuş,
Bazılarını da derece derece yükseltmişte” göğe uçmuş
Rabbimle görüşmeye açılmışta bir pencere
Miraca çıkarak, görece mucizelerle dönmüş bulduk…
İfadelerine de dokunması lazım…

Görüldüğü gibi bu iki ayet destekler birbirini
Konuyla ilgili ayet ve hadislerin
Okumak ve görmek gerek isteklerinin her birini
Hal bu ki;
Senin düşüncene göre tekzip eder, biri diğerini
Gibi sözler dilinden düşünce
Başka deliller de söyledi, bilindi peşince

El netice İranlı vaiz, yanlışını kabul edince
Onca, değil yüzce, belki bince
İnanışın önüne geçildi, hakikat şerbeti içildi
Yoksa yanlışa sevk ederdi mümini bu düşünce…

…………Geçerken bu olayın, zamanını, süresi
…………Osmanlının o gün ki, en zayıf bir evresi
…………Bâtıni görüşlerle, Ehl-i Sünnet çevresi
…………İnanış ve fikirler, savaşına dalmıştı

…………Çekişmenin zirvesi, Fetret Devri bu zaman
…………Olmak ister kirvesi, şeytan ki vermez aman
…………Bursa Ulu Cami’nin, baş imamı Süleyman
…………Ehl-i Sünnet yolunda, yanında yer almıştı

İranlı vaizin sözlerine şahit olmuştu
Söz konusu hadiseden üzülerek duygu dolmuştu

Bu sözlere cevap olarak:
…………“Ölmeyip İsâ göğe bulduğu yol,
…………Ümmetinden olmak için idi ol.”

Mısralarını söyledikten sonra:

…………“Dahî hem Mûsâ elindeki asâ,
…………Oldu O’nun izzetine ejderhâ.
…………Çok temennî kıldılar Hak’dan bunlar,
…………Kim Muhammed ümmetinden olalar.
…………Gerçi kim bunlar dahî mürsel durur.
…………Lâkin Ahmet efdâl-ü-ekmel durur.”
Mısraları bir anda dilinde dirilir…
*

Süleyman Çelebi
sÜrüp giden hayatının azıydı kalan
asLında uğraşmazdı şiirle falan
gerEği kadar dünyadan istifade alan
yaşıYordu hak yolunda, şeytana bulaşmazdı
peygaMberi çok severdi ve yolundan şaşmazdı
meydanA nifak tohumu saçmaz,
toplumuN fertleriyle kavga edip dalaşmazdı…

Çağırırdı insanları hak yoluna
sEsi yumuşaktı bağırmazdı hakkın kuluna
maLına mülküne değer vermez fani dünyanın
gülE âşıktır, ateşler içinde yanar, ara ki külleri buluna
güle Benzer yanakları, sözünü dinleyenler kaçmaz
önemlİ bir özelliği hiç ama hiç haddini aşmazdı…
*

Yaşı altmışlara gelince
Haince eleştiriler yapmıştı peygambere insanların birazı
Bazı art niyetli kişiler olduğunu bilince
Önce daha çok dayanılmaz bir aşkla sevgiyle
Övgüyle dolar taşar Muhammed’e
Hem Ahmed’e dökülür dilinden muhteşem beyitler
Seyitler seyidi, efendiler efendisine methiyeler
Hediyedir mevlithanlara mevlit şiirleri kaleminden

Eleminden yazmıştı tek eseri mevlidi
Taklidi yazılsa da tutmadı yerini
Değerini bulacaktı buldu çok geçmeden
Geçmeden vuslat saati gelmişti
Gelmişti Süleyman’a hem yolu bilmişti
Yılı bilmişti, ayı bilmişti, günü ve saati, anı bilmişti…

Gelmişti bin dört yüz yirmi iki de dolmuştu vaat
Saat iki mi desem, gece mi desem işte o andı, vefat edince
İnce ince ebedi mekâna, hicret etti hazince
Önce yıkandı hak hukuku paklandı
Saklandı namazı kılınıp açıldı zemin
Yemine ne hacet; bin dokuz yüz elli iki de
Yüzü düz, özü öz taştan türbesi dikildi
Akil kişi bilir bunu topraktan gelen toprağa ekildi…

Çekildi canlar, nice canlar can evinden
En devinden en cücesine geçti geçiyor kendi âleminden…

Âleminden geçersen Bursa’da kabrinin bulunduğu
Defnolunduğu dünyadaki son durağı
Son uğrağı Osmangazi’nin çekirge mezarlığı mekânı
Mekânı cennet olsun, kabri nurla dolsun
Bulsun istersen ey kardeşim senin de mezarın bir fatiha
Bir fatiha okusun ruhuna dilin
Elin semada olsun, gönülden fışkırsın içten bir dua
Bir dua söylesin dilin kabri yanında
Yanından ve çekirge mezarlığı yolundan geçerken
Hem erken, daha vakit varken yükselin
Yükselin birlikte hak katına bu dünya ilinden…
*

MEVLİT

…………Mevlidi yazmasının, ilk amacı gayesi
…………Ehl-i sünnete destek, vermek idi payesi
…………Habib-i Kibriya’nın, sevgisi nihayesi
………… Isıttı gönlümüzü, beyitleriyle canlar

Birde her mümin gibi;
Şefaatine nail olma şerefine ermek için
Ona duyduğu sevgisini gün yüzüne sermek için
Peygamberlerin sonuncusu, kurtuluşun öncüsü
İnsanlığın önderi, beşerin incisi
Ona verilmişti nübüvvetin en büyük dilimi
İnsanların en halimi, insanların en selimi
Efendimize olan sevgi ve muhabbetini
Arapça dua ile anlatırken arzu halimi
Kör kalemimle Türkçe benzer ifadelerle
Şöyle söyletir bakın naçiz dilimizi:

…………Rahman ve rahim olan, O Allah’ın adıyla
…………Görür korur bizleri, şefkatin kanadıyla
…………Verir her bir nimeti, kendine has tadıyla
…………Bizi kim anlasın ki, anlarsa rabbim anlar…

Kâinatın yaratılış sebebi
En azizi, en şereflisi ve en Habib’i
Makam-ı Mahmud’a çıkan,
Şefaat hakkıyla bütün peygamberlerden üstün kılan
Körelmiş gönüllerin beklediği gönüllerin derman ve tabibi
Muhammet Mustafa’nın ismiyle
Hasetçi şeytanın burnunu sürttüren
O şanı yüce Allah’a hamd-ü senalar olsun…

O Muhammet ki;
…………Yaratanın yanında, değerli ve makbuldü
…………Melekler hep şanını, yüceltmede hak buldu
…………Dünya nimetlerine, hep kendini tok buldu
…………Şahadet bize helal, yoluna helal kanlar…

Melekler hep onun yardımına koştular
Cansız varlıklar dahi dil buldu, onunla konuştular
Onu gören aklıselim insanlar sevgiyle coştular
Onu sevenler iki cihanda kurtulur
Ona düşman olanlar, peşinde koşmayan
Hesap günü cehennemin ateşine sürtülür…
Eşi, ortağı ve benzeri bulunmayan
Mekândan münezzeh olan
Varlığına ve birliğine şahitlik ettiğim
O şanı yüce Allah’a hamd-ü senalar olsun…

…………Her kulun muhtaç olup, kanununa uyduğu
…………Şükrünü eda edip, alnı yere koyduğu
…………Âlemde her varlığın, hep ihtiyaç duyduğu
…………Merhameti bol olan, Hakk’a koşar insanlar…

Her türlü ahlaki güzellik
Her güzellik onda ayrı bir özellik
Her daim yardım severlik
Ve gül yüzünde bir gülümserlik
Her haliyle ortaya çıkan ender bir meziyete malik
Kıyamet günü ilk onun şefaatini kabul eder yaratıcı Halik
Kullarını rahmet ve merhametine boğduğu
O şanı yüce Allah’a hamd-ü senalar olsun…

…………Muhammed Mustafa’nın, İslam’ı tebliğ işi
…………Görevini yaparken, kırıldı hem ön diş’i
………… ‘Ayakta yapmayın! ’ der, boşaltıyorken çişi
…………Allah’ın öz kuluydu, evi hasırlı hanlar…

Şahitlik ederim Allah’ın kulu olduğuna
Hem O’na, hem ümmetine muhabbetle dolduğuna
Bu muhabbetin karşılığı Mirac’a yol bulduğuna
Muhammed’e, âline ve ashabına salât ve selam olsun
O şanı yüce Allah’a hamd-ü senalar olsun…


Mevlidin ilk bölümü, zikri tevhit bahrinde
Sözlerin özünü söyleyip ahirinde
…………Allah adın analım, diyecekti nidası,
…………Huşuyla dinlenecek, hem eda, hem sedası
…………Her kula vacip olan, yaratana sevdası
…………Söyletir öz dilini, okuyor mevlithanlar
*

Tevhit Bahri
“Allah âdın zikredelim evvelâ
Vâcib oldur cümle işde her kulâ

Allah âdın her kim ol evvel anâ
Her işi âsân ider Allah anâ

Allah âdı olsa her işin önü
Hergiz ebter olmaya ânın sonu

Her nefesde Allah âdın di müdâm
Allah âdıyle olur her iş tamâm

Bir kez Allah dese aşk ile lisân
Dökülür cümle günah misl-i hazân

……..diye devam ediyor.”

Allah Tealamızın, hak mutlak iradesi
Mahlûku nizamının, hilkat idaresini
Sun ile kâinatı, bak yoktan var eyledi
Cümle varlık inandı, candan ikrar eyledi
Diyerek;
Sanatı hakikatin, mutlak kudret sahibi
Mevla’yı yüceltti, onun dili paresi…

Sonunda nübüvveti, devralmıştı Habibi
Peygamberlik nurunun, yol intikal evresi
Anlatıyordu dili, sonraki bölümünde
Süleyman Çelebi’nin, çağlayan yürek sesi:

Risaletin İntikali Bahri

“Hakk Teâlâ çün yarattı Âdem’i
Kıldı Âdem’le müzeyyen âlemi

Âdem’e kıldı feriştahlar sücûd
Hem âna çok kıldı ol lutfu ıssı cûd

Mustafâ nûrunu alnında kodu
Bil Habîbim nûrudur bu nûr dedi

Kıldı ol nûr ânın alnında karar
Kaldı ânın ile nice rûzigâr

Sonra Havvâ alnına nakletti nûr
Durdu anda dahi nice ây ü yıl

Şît doğdu âna nakletti nûr
Ânın alnında tecellî kıldı nûr

Erdi İbrâhim ü İsmâil’e hem
Söz uzanır ger kalanın der isem

İş bu resm ile müselsel muttasıl
Tâ olunca Mustafâ’ya müntakil

Geldi çün ol rahmeten lil’âlemîn
Vardı nûr anda karar etti hemîn”

*
Annesi Amine’nin, bebeği nur tanesi
Şenlenesi Kureyşli, yetimin hem hanesi
Vakit eriştiğinde, sunmuştu da annesi
Görecekti peşinde, bir nurun pervanesi

Melekler birbirine, kutlu eyyam eyledi
Müjdeli sözleriyle, günü bayram eyledi
Ve dahi eserine, aşkla devam eyledi
Kutlu doğuma hürmet, sözü kıyam eyledi

Okuyalım bakalım Süleyman Çelebi’miz
Veladet-i Nebi de, daha neler söyledi:

Veladet bahri

“Âmine hâtun Muhammed ânesi
Ol sadeften doğdu ol dür dânesi

Çünkî Abdullahtan oldu hâmile
Vakt erişdi hefte vü eyyam ile

Hem Muhammed gelmesi oldu yakîn
Çok alâmetler belirdi gelmeden

Ol Rebiûl evvel âyın nîcesi
On ikinci gîce isneyn gîcesi

Ol gîce kim doğdu ol hayrûl-beşer
Ânesi anda neler gördü neler

Dedi gördüm ol habîbin ânesi
Bir acep nûr kim, güneş pervânesi

…………….diye devam eder”

Bu bölümü okudukça, kalktık hürmetle ayağa
Salât selam eyledikçe, dalar olduk mutluluğa
Sanki o gece doğmuştu, o nur ki; doğmuştu daha
Her haberini aldıkça, yeniden eyledik dua

Her köyün hayrı önünde, ben derim yeniden doğar
Düğün ve sünnet gününde, önderim yeniden doğar
Sanki o gece doğmuştu, o nur ki; doğmuştu daha
Her haberini aldıkça, yeniden eyledik dua

Selamlamıştı melekler, hem selamladı dağ ve taş
Selamlamayı beklerdi, hem insanlık ona gardaş
Kör cehalet yok olacak, hükmünü kaybedecek haç
Yoksa rehavet bulacak, Müslümanlık buna muhtaç

Düşüncesiyle istemiş, muhabbet tazelemeyi
İlk defa gelirmiş gibi “hoş geldin” sözün demeyi
Muhammed(s.a.v) ’in sevgisini, yeniden yinelemeyi
Gönüller mabedindeki, halis özü elemeyi

Yüreklerdeki sevgisi, çıkmasın kaçmasın diye
O sevginin uçlarını, sanki ister yülemeyi…
Gönül diliyle yazıp, sanat sanat söylediği
Sizlere sunacağımız, der “merhaba” el emeği

*
Merhaba Bahri

“Yâradılmış cümle oldu şâdümân
Gam gidûp âlem yenîden buldu cân

Cümle zerrat-ı cihân idûb nidâ
Çağrışûben dediler kim merhabâ

Merhabâ ey âli sultân merhabâ
Merhabâ ey kân-ı irfan merhabâ

Merhabâ ey sırr-ı fürkân merhabâ
Merhabâ ey nûru râhman merhabâ

Merhabâ ey bülbül-i bâğ-ı Cemâl
Merhabâ ey âşinâ-yi Zülcelâl

Merhabâ ey cân-ı bâki merhabâ
Merhabâ uşşâkâ sâki merhabâ

Merhabâ ey cân-ı cânan merhabâ
Merhabâ ey derde dermân merhabâ

Merhabâ ey cümlenin matlâbu sen
Merhabâ ey Hâlikın mahbâbu sen

Merhabâ ey Pâdişah-i dû cihân
Senin için oldu kevn île mekân

Merhabâ ey rahmeten lil-âlemîn
Merhabâ sensin şefîal-müznibîn

Ey gönüller derdinin dermânı sen
Ey yarâdılmışların sultânı sen

Sensin ol sultân-i cümle enbiyâ
Nûr-i çeşm-i evliyâ vü asfiyâ

Yâ habîballâh bize imdâd kîl
Son nefes didârın ile şâd kîl”

Hoş geldin ey nebimiz, diyerek karşıladık
Sevinçten gözyaşıyla, halı kilim suladık
Hoş geldin gül Sultanım, yüreğimin sancısı
Nuş olsun canım kanım, ey gönlümün goncası

Hoş geldin ey gönlümün, sönmeyen gül sevdası
Ey kavrulan külümün, hayat veren devası
Yolumu aydınlatan, ey kurtuluş rehberim
Hak dinimi anlatan, hoş geldin peygamberim

Kurtuluşa çağıran, sen hakikat pınarım,
Aydınlığa yoğuran, kış ardında baharım
Hoş geldin isminle, duyguları coşturan
Müminleri cisminle, camilere koşturan

Hoş geldin ey canlar, cananların serveri
Hakkı buldu insanlar, nebiler peygamberi
Gaflet elde yatanlar, Allah adın anmıştı
Zincirlenip şeytanlar, sayende bağlanmıştı

Hoş geldin tatlı dilim, elimi tutan elim
Gamlı kederli halim, seninle oldu selim
Hoş geldin ey muallim, demek ister Süleyman
Edem salât-u selam, devam edelim hemen
*

Sonra ki bölümde;
…………Karanlık mı karanlıktı, kör bir zamanın dilimi
…………Yaşamlarsa bir anlıktı, her cehaletin elimi
…………Kırk yaşına gelmişti, şahadetin halimi
…………Tanrı yiyen insanlıktı, şeytanlık son bulacaktı…

Her halinden;
“Allah var, başka ilah yok” diye okunur bir seda
Onda doğruluk, onda güven,
Onda sekinet var, hak dile dokunur bir eda

…………Muştu var sanki havada, yıldızlar bile uykuda
…………Merhamet şahı pusuda, yaklaşılmıştı maksuda
…………Hıra Nur mağarasında, gelecek için kayguda
…………Yeter diyen insanlıktı, insanlık yön bulacaktı

…………Mağaraya yürünmüştü, yanına yiyecek almış
…………Hırkasını bürünmüştü, yine düşünmeye dalmış
…………Güçlü bir nur görünmüştü, endişe korku salmıştı
…………Hep bekleyen insanlıktı, insanlık can bulacaktı

*

Vahiy meleği Cebrail, karşısında görününce,
Gül yüreği heyecanla, hızlı hızlı atıyordu
Onu üç defa sımsıkı, sıkıyordu ilkin önce
Oku deyip okuyordu, ilk nurunu katıyordu

İlk vahyini alıyordu, zillet geri kalıyordu
Evinde teselli veren, hayat ortağı eşiydi
Boğulan insanlığıysa, mutluluğa salıyordu
O ki saadet ufkunun, iki cihan güneşiydi…

Söz konusu insanlığın yeniden dirilişiyse
“Lâ ilahe illallah”, anahtar her kilidinde
Can buluyor tebliğ için, görevin verilişiyse
Süleyman Çelebi’mizin, söz konusu mevlidinde

Risalet Bahri

“Fahr-i âlem erdi çün kırk yaşına
Kondu pes tâc-ı Nübüvvet başına

İndi Kur’ân âyet âyet beyyinât
Zâhir oldu nice türlü mu’cizat

Evvelâ ol kim mübârek cisminin
Gölgesi düşmezdi yere resminin

Nûr idi baştan ayağa gövdesi
Nûr ayandır nûrun olmaz gölgesi

Ol mübârek başı üzre her zaman
Bir bölük bulut olurdu sâyebân

Her nere varsa bile varırdı ol
Başı üzre her zaman dururdu ol

Depredîcek dudağın ol mâh-ı veş
Deprenirdi gökte hem ay ü güneş

Dokunucak saçına bâd-ı sabâ
Misk-i anberle dolar idi hava

Terlese güller olurdu terleri
Hoş dererlerdi terinden gülleri

İnci dişleri şuâından gece
İğne düşse bulunurdu ey hoca

Sadr-i nûrundan karanlık geceler
Yolda yürürdü yiğitler kocalar

Çün işâret kıldı ol mahbûb-u Hakk
Parmağîle ay oldu iki şak

Dikti hurmayı hem ol şâh-ı cihân
Diktiği saat yemiş verdi hemân”
*

Cebrail’in;
…………Resulü seçti yaratan, insanların arasından
…………Oku rabbinin adıyla, oldun sultanlara sultan
…………Merhaba ey âli sultan, merhaba ey nuru rahman
…………Merhaba ey câna canan, merhaba huzura derman
Diyen sesinin zuhura yükselişini

Sultanlar sultanına risalet müjdesiyle gelişini
Üç defa okuma bilmem deyip de
Rabbinin izniyle
Heybetli Cebrail’in okuduğunu okumayı bilişini
Nübüvvet mührünün kadir gecesinde verilişini
Dağ ile taşın vecd ile ayağa kalkıp da
Kutluyordu her şey kendi haliyle
Ağaç kendi sesiyle, taş, dağ kendi sesiyle
Kutluyordu kendi sesiyle vahyin yükselişini…

Süleyman çelebi ise;
Hiç bir âdemin nail olamadığı miracı
Son noktada Cebrail’in bile aracı kalamadığı
…………Huda’nın hürmetiyle, ol Burak binitiyle,
…………Sema’ya yükselerek, zamansız üniteyle
İnsan aklına meydan okuyarak
Semada melekleri yüzüne hasret koyarak
Zamana ve mekâna rahmani aşk dokuyarak
Muhammet Mustafa’nın
Edep ve hayâ duyarak göğe yükselişini…
Yazıyordu.

Cenneti gezerken ümmetini hayal edişini
Yazıyordu.

Cehennemi selamlarken gözyaşlarının yere inişini
Yazıyordu.

Beş vakit namaz ve şirk koşmayanların
Gireceği cennetin müjdesini verişini
Müjdeleriyle dönerken Sidre-i Müntehadan
Daha yatağın soğumadan geri gelişini
Yazıyordu.

“O söylediyse doğrudur” diyen Hz Ömer’i
Yazıyordu.

Sultanlar sultanını Muhammet Mustafa’nın
Varlık âleminde, noksanlıktan münezzeh olanla
Habib-i Kibriya’nın, muhabbete yükselişini
Yazıyordu:

*
Süleyman Çelebi’nin Miraç Bahri

Bir ses çağırıyordu, resulü Muhammed’i
Miraca bekliyordu, hem gül ismi Ahmed’i

Ey Muhammed gel beri, senin için yol açık
Ben görmez kimse diri, sadece sen yola çık

Gerçek âşıksın bildim, gel şimdi aşkı dindir
An ve mekânı sildim, beklerim gün bu gündür

Diye davet etmişti, yaratan kadri yüce
Aşka avdet gitmişti, geceyse kadir gece

Başına parlak bir taç, beline de bir kemer
Burak sevgiye muhtaç, ağlar zamanı emer

Çünkü semadan gelen, bir ses duyar kulağı
—Burak olsun getiren, olsun at ve ulağı-

Buraklar otlar bir hak, biri ağlar hem kati
Yemez içmez gözü sak, ağlar kalmaz takati

—Cebrail dedi niçin, söyle niçin ağladın
Hüzünle için için, can ciğer dağladın-

—Bir ses duydu kulağım, gitti yerinden aklım
Durdu sesim soluğum, yetti kırk yıldır saklım

Artık isterse ölsün, Burak mutlu anında
Denildi Ahmet gelsin, binek olsun yanında-

—Sende aşk nişanı var, gel beri er göreyim
Düşürme yüreğine nar, gel dermanın süreyim-

—Dedi gelsin habibim, konuk edeyim onu
Seyreylesin hem arşım, yok kudretimin sonu-

Kalbini yıkadı hem, sonra Cebrail Nebi’nin
Kaldırıldı hem bilem, perdesi de kalbinin

Miraç bahri mevlitte, yer alan iki bölüm
Beyit beyit anlattı, Süleyman onu gülüm:

Miraç bahri - 1.Bölüm

“Söyleşirken Cebrail ile kelam
Geldi Refref önüne verdi selam

Aldı ol şah-ı cihanı ol zaman
Sidreye gitti ve götürdü heman

Bir feza oldu o demde rûnüma
Ne mekân var anda ne arz-u sema

Kim ne hâlîdir, ne mâlî, ol mahal
Akl-ü fikr etmez o hâli fehm-ü hal

Ref olup ol şaha yetmiş bin hicap
Nur-u tevhid açdı vechinden nikab

Her birisinden geçerken ileru
Emr olundu Yâ Muhammed gel beru

…………….”

Bu gece açılıyor, sana esrarı Hakk
Bu gece içiliyor, ulu aşk badesi bak

Sekiz cennet kapısı, birden ona açılıyor
Âlemin tüm yapısı, birer birer geçiliyor

Allah’ı görmek ister, yalvarmakta her melek
Yüzlerin sürmek ister, dilemekte onca dilek

Ayağına yüz sürüp, ona bir selam vermek
Cemali Hakk’ı görüp, hakiki sırra ermek

Bir tek ona içirdi, hak şerbeti yaratan
Bir tek onu geçirdi, sidre-i müntehadan

Mevlidin miraç bahri, şöyle ikinci bölüm
Okusun imam Bahri, kendimizden geçelim

Ahmed’e aşk derelim, hem iftihar edelim
Haydi, kulak verelim, hep huzura gidelim:

Miraç bahri - 2.Bölüm

“Hak-Tealâdan erişdi bir nida
Yâ Muhammed ben sana kıldım ata

Ümmetini sana verdim ey habib
Cennetimi anlara kıldım nasib

Yâ habibim nedir ol kim diledin
Bir avuç toprağa minnet meyledin

Ben sana müştak olunca ey şerif
Senin olmaz mı dü-âlem ey lâtif

Zatıma mirat edindim zatını
Bile yazdım adım ile adını

Hem dedi kim Yâ Muhammed ben seni
Bilürem görmeğe doymazsın beni

Avdet edüp davet et kullarımı
Tâ gelüben göreler dîdârımı

Sen ki mirac eyleyub etdin niyaz
Ümmetin mîracını kıldım namaz

Her kaçan kim bu namazı kılalar
Cümle gök ehli sevabın bulalar

………………………..”

Diye devam ederken, cenneti vaat eder
Rabbimden müjde erken, müşrik olmayan gider

Soğumadan yatağı, evine geldi hemen
Haberi duydu çağı, inandı etmedi men

Her ne görüp duyduysa, haber verdi ashaba
—Her kim sana uyduysa, çekmez seni hesaba

Sen bizim önderimiz, sen İslam’ın kıblesi
Sen ey peygamberimiz, seslerin tatlı sesi

Anlat ki dinleyelim, hak sözünü duyalım
Seni hep bildik selim, miracın kutlayalım

Biz hepimiz kullarız, sen bizim şahımızsın
Biz günahı bollarız, yol ve dergâhımızsın

Ümmetin olduğumuz, bu büyük nimet yeter
Yolunda bulduğumuz, huzuru devlet yeter-

*
Deyip,
Miracı şüphesiz kabullenen ashabı
O gelmese hayatları iflas etmiş bir şekilde
Bekliyor olacaktı yaratılıp geldikleri türabı

…………O yokken ağlardı hep, dünya mazluma dardı
…………Hem özenip bezenip, helvadan put yapardı
…………Allah sensin deyip, bir güzelce tapardı
…………Ondan öncesi cehalet, ondan öncesi hardı

…………Derin bir bağlılığı, vardı ashabın ona
…………Rabbi elçi gönderdi, merhameti kuluna
…………Ne etsin akılsıza, onu görmez olana
…………Ondan öncesi cehalet, ondan öncesi hardı

Her aklı başında yürek, çağıl çağıl akardı
Bir şey söyleyecek diye gözünün içine bakardı
Cehaleti söndürmek içindi, her sözü ardı
Her sözü bir mum, her sözü bin mum yakardı…

“Beni kendinizden daha çok sevmedikçe
Kamil mümin olunmaz, kininizden vazgeçmedikçe”
Sözü gibi yüzlerce, binlerce, on binlerce
Dünyayı huzur ve saadete çağıran sözü vardı…

…………Tüm nimeti sunsan, fakire verir hani
…………Ömrü altmış üç yıldan, daha az olsa kani
…………Nihayet o da insan, bizim gibi bir fani
…………Ondan öncesi cehalet, ondan öncesi hardı

…………Gül peygamberimize, misk-i amberimize
…………Hak yolda serimize, hem ki önderimize
…………Sevgisini anlatmış, nebiler nebimize
…………Ondan öncesi cehalet, ondan öncesi hardı


Hayatının her diliminde, her mevlit bölümünde
Ayan ve beyan sevgi ve saygısını göstermiş.
Her insanın sağlığında ve ölümünde
Ona yaraşır ümmet olmasını istermiş;
Süleyman Çelebi mevlidin rihlet bölümünde
Peygamberimizin ölümüne yer vermiş…
Bakalım hele; peygamberin vuslata gülümün de
Hangi haberleri gün yüzüne sermiş:
*

Hak yoluna itelim, sözü özden başları
Gel beri akıtalım, gözümüzden yaşları

Ağlayıp onun için, tazelensin imanlar
Çağlayıp sultan için, tez hüzünlensin canlar

Her fani bile ölmüş, hisseder bir peygamber
Bil nakil ile gelmiş, rivayettir bu haber

“Vakt erişti dünyâdan kıla sefer
Ol güneş yüzlü ol alnı kamer

Her kim ol sultân için yaş indire
Yaşı anın tamu od’un söndüre

Altmış üç yaşına girdi ol Habîb
Ol şerif-ü ol latîf ü ol tabip

Geldi Cebrâîl Hakk’tan emrile
Söyledi anda Resûle lûtfile”

—Dedi söyle de bilsin, selam etti yaratan
Vakit tamamdır gelsin, bize gelsin oradan-

Bu sözü işitmişti, kalbi mahzun olmuştu
Dönüp eve gitmişti, sararmıştı solmuştu

Kesilmişti takati, gözünden düştü yaşlar
Hem üzülmüştü kati, ağladı dağ ve taşlar

—Dedi Fatıma varıp, baba hasta mı oldun?
Bak vücudun sararıp, ne diye tenin soldun? -

—Dedi gel Fatıma kızım, zamanım geldi benim
Dostadır bütün sızım, vuslatı ister tenim-

Bütün ashabı geldi, onu tavaf ederler
Hep dualar yükseldi, hem helallik isterler

Her seher adet olmuş, salâ okurdu Bilal
Sesi hüzünler dolmuş, hele yanaklar al al

Yanık sesini almış, dili şakıyacaktı
Bir seher daha gelmiş, sela okuyacaktı

— sanki sözü kadayıf, dedi gel hele Bilal
Vücudum bugün zayıf, bugün onda yok mecal

Ebu Bekir’e söyle, ashaba imam olsun
Hepsine haber eyle, cemaat tamam olsun-

Kaldırdı yerden başını, varıp söyledi Bilal
Döktü gözden yaşını, ashap eyledi melal

Ebu Bekir durup ta, mihraba el bağladı
Hüznü gönle kurup ta, mihraba sel bağladı

Mustafa dedi tutun, ben mescide varayım
Hem yarenlere katın, namazıma durayım

Sağ koluna girmişti, hemen damadı Ali
Sol koluna durmuştu, hem İbn-i Abbas veli

Koltuğuna girdiler, mescide götürdüler
Yoluna yol verdiler, cemaate yetirdiler

Ebu Bekir’e uydu, durdu namaza safa
Son namazı buydu, cemaatte Mustafa (sav)

—Dedi dünyaya geldim, şöylece bir turladım
Ölüm anına geldim, Allah’a ısmarladım

Yaratandır tek Halik, odur ki tek padişah
Yok, ondan başka malik, odur bir tek baki şah

Biliniz ki şu dünya, fani imtihan yeri
Önce gelen hani ya, herkes dönüyor geri

Hayat dediğin kısa, çok kısacık bir andır
Dayanır derde yasa, yaşayan garip candır

Ayrılmayın yolumdan, her an birlik olunuz
Olmayın kale kumdan, Kur’an yolu yolunuz-

Diye nasihat verdi, ah edip de ağlaştılar
Hep ümmetiydi derdi, böyle vedalaştılar

Tutup geri götürdü, Abbas ile hem Ali
Dua edip el sürdü, ashabın üzgün hali

Ardından eve geldi, cümle ashabı güzin
Figan göğe yükseldi, içten dışa ev hazin

Fatıma ah ederek, boynuna el bağladı
—Sen ölme ne gerek, dedi de dil ağladı

Sen ölme ben öleyim, senin için ben öleyim
Ben yoluna köleyim, sensiz ben nasıl güleyim?

—Mustafa dedi ey kızım! Sil yaşını ağlama
Dünyadaki tek özüm, al cenneti sağlama

Sende bir gün gelirsin, geçerek bu kapıdan
Herkes geçer bilirsin, toprak evli yapıdan

Hasan ile Hüseyin, ol iki körpe kuzu
Yanıma gelsin deyin, dedi yaş doldu gözü-

Tez iki kuzuyu, alıp da getirdiler
Sezdi gözlerin suyu, akmayı bitirdiler

—Dediler hasta mısın? Dede ne oldu bugün
Yüreğe düştü yasın, hüzünle doldu bugün

Sizi böyle görmeyip, duymayaydık hiç sızı
Anamız doğurmayıp, beslemeyeydi bizi

Geldi bu hal üzere, konuşurken Cebrail
—Dedi selamın vere, gel isterken Zülcelâl

Hal ve hatırın sordu, söylesin tatlı leb
Hele ne istiyordu, eylesin benden talep-

—Ümmetimi dilerim, neresidir onun yeri
Ben hep bunu isterim, rabbimden çoktan beri-

Tekrar vardı da hakka, geri geldi Cebrail
—Ümmetin şu dakika, bağışlandı ey Halil

Vuslatıma hazırım, al canımı o zaman
Bilirsin ki bizarım, hele az biraz aman

Hele biraz edeyim, kalanlara elveda
Sonra hemen gideyim, olsun canlara seda-

Yine kulak verelim, hemen başlasın söze
Süleyman’a dil dilim, hitabı özden öze

Ne haberler veriyor, güllerin en gülünden
Bak elveda ediyor, peygamberin dilinden:

Rihlet (Vefat) Bahri

Elveda Bölümü

“Fahr-i âlem göç eyledi dünyâdan
Ümmetlerim size olsun elvedâ

Bize gel oldu ol yüce Mevlâ’dan
Ashâblarım size olsun elvedâ

Bunu dedi yaşlar doldu gözüne
Bir figân düştü halkın özüne

Hasan’la Hüseyin’i almış dizine
Kuzularım size olsun elvedâ

Çağırın Bilâl’i gelsin yanıma
Yükümü yüklettim bindim atıma

Helâlım Âişe kızım Fâtıma
Ehl-i beytim size olsun elvedâ

Çağırın Bilâl’i hem salâ versin
Ali yusun, Fazlı suyumu kosun

Ebû Bekir dursun, namazım kılsın
Ashablarım size olsun elvedâ

Terâzînin sağ yanına oturur
Zebâniler tutar tutar götürür

Ümmet olanların işin bitirir
Ümmetlerim size olsun elvedâ

Ebû Bekre der ey pîr-i fânî
Veren alır imiş bu tatlı canı

Firdevs-i alâda bulun siz beni
Ashâblarım size olsun elvedâ”

Vuslat Bölümü

“Cebrâîl geldikte Hakk’tan emr ile
Gelmiş idi anda Azrâîl bile

Taşradan içeriye kıldı nidâ
Dedi kim yâ ehl-i beyt-i Mustafa

İzniniz var mı içeru girmeğe
Ol münevver hub cemali görmeğe

Fâtıma eder eyâ miskîn garîb
Kat’i hastadır Resûl çeker taab

Var işine ey karındaşım arap
Bunda biz ağlaşırız her ruz u şeb

Bir dahi çağırdı der kim gitmezem
Mustafâ’yı görmeden terk etmezem

Fâtıma dedi ana kimsin acep
Dedi bir a’rabiyem kim hoş edep

Maslahat var içeri girsem gerek
Âşıkı mâşûka er görsem gerek

Ey benim devletli babam kimdürür ol
İçeru girmeklik ister yâ Resûl

Mustafa dedi eyâ can ü ciğer
Ol gelen a’rabidir sandın meğer

Ol gelendir eden oğullar yetim
Canlar alıp tenleri kılan remîm

Oldur ol kim mâmuru virân eden
Oldur ol kim göz yaşın ummân eden

Câm-ı mevti sunan oldur Adem’e
Nâr-ı fırkat salan oldur Âdem’e

Adı Azrâîldürür gelsin beri
Kim ne cinn kurtulur andan ne peri

Fâtıma ana kapı açtı revân
Girdi Azrâîl içeri ol zaman

Ol vakit dedi Resûl-ü Müctebâ
Ey emîn hoş geldin imdi merhaba

Sordu kabz için mi geldin yâ melek
Ya ziyâret mi dürür ancak dilek

Dedi gelmişem ziyâret etmeğe
İzn olursa kabz eduben gitmeğe

Hakk buyurdu ben sana olam mutî
Her ne desen ânı tutam yâ şefi

Dedi Âzrâîl’e ol dem ol hümâm
Dilerim senden ilâ yevmi’l-kıyâm

Ben çekeyim ümmetimçün zahmeti
Kıl terahhum anları tutma kati

Bana kıy anlara kıyma yâ melek
Evvel âhir bu durur senden dilek

Hakk Teâlâ’dan nidâ geldi hemin
Yâ Muhammed dedi Rabbü’l-âlemîn

Ğam yeme kim yâ Habîb olma melül
Her ne kim sen diledin oldu kabûl

Dedi ashâba ol hayrü’l enâm
Ümmetime kılasız benden selâm

Ey beni can ile seven ümmetim
Hem seve canı gibi her sünnetim

Her işi bunlara tâlim eyledi
Dahi canın Hakk’a teslim eyledi

Çün sefer kıldı cihandan Mustafa
Dünyâdan hiç kimse ummasın vefâ”

Ümmet isen uy ona, hep onun gibi yaşa
Dön yüzü ondan yana, aldırma yaza kışa
*

Süleyman Çelebi can, sonra devam eyledi
Okur belki mevlithan, dua ve ram eyledi

Münacat bahri-dua

“Yâ İlâhî, ol Muhammed hakkı çün
Ol şefâat kân-ı Ahmed hakkı çün.

Sidrevü arş-î muallâ hakkı çün
Ol süluk-i seyr-i âlâ hakkı çün.

Ol gece söyleşîlen söz hakkı çün
Ol gece Hakkı gören göz hakkı çün.

Sırr-ı fürkân nûr-i âzam hakkı çün
Kuds ü Kâbe Merve Zemzem hakkı çün.

Gözü yâşı hakkı çün âşıkların
Bağrı bâşı hakkı çün sâdıkların.

Aşk odundan ciğeri püryân içün
Derd ile kan ağlayan giryan içün.

Sıdk ile yolundan kâim kul içün
Hazretine doğru vâran yol içün.

Şol zaman kim müddet-i ömrü hayât
Âhir ola ere hengâm-i memât.

Yâ İlâhi, saklagıl îmânımız
Verelim îman ile tâ cânımız.

Biz günâhkâr âsî mücrîm kulları
Yarlıgâyüb kıl günâhlardan berî.

Kabrimiz imân ile pür-nûr kıl
Mûnisi ğilmân ile hem-hûr kıl.

Hem dahî mîzânımız eyle sakîl
Cennete girmeğe lütfun kıl delîl.

Mustafaya hem civâr et, yâ Kerîm
Cennetül-firdevs içinde, yâ Rahim.

Lutf ile göster bize didârını
Nimetinle topla-gıl kullarını.

Afvedüb isyânımız kıl rahmeti
Ol habîbin yûzü sûyû hörmeti.

Sâna lâyık kullarınla hemdem et
Ehl-i derdin sohbetine mahrem et.

Hem Süleymân-ı fakîre rahmet et
Yoldaşın îmân makâmın cennet et.

Yâ İlâhi, kılma bizi dâllîn
Bu dûâya cümleniz deyin âmîn.

Ümmetinden râzı olsun ol muîn
Rahmetullâhi aleyhim ecmâin.
*

Böylece son bulur, dillere destan eseri
Bin dört yüz dokuzda bitirdiği gönülleri mestan eseri

Referans oldu Âşık Paşa’nın “Garipnâmesi”
Erzurumlu Darir’in “Siyer’ün Nebi” şurup namesi

…………Eb’ul Hasan Bekri’nin “Siyer” adlı kitabı
…………Muhyiddin Arabî’nin “Füsûs” adlı hitabı…

…………Aşkla yazdığı mevlit, bilinen tek eseri
…………Okurken yanık sesler, mest eder beşeri

…………Mevlit sade ve içli, öğretici metindir
…………Basit görünürse de, yazmak zor ve çetindir

…………Samimiyet teçhizli, kalıp aruz vezindir
…………Dinle hele okunsun, gönül halin hazindir

…………Üç beş dile çevrilmiş, kıtalara dağılmış
…………Olaylar evirilmiş, imbiklerle sağılmış

…………En kısa ve en uygun, anlatım kullanılmış
…………Her şiirsel sanatın, süsüyle pullanılmış

…………Cinas, tespih, tekrirle, beyit beyit donanmış
…………Ben diyen şairlerce, beğenilip onanmış

…………Nazireler yapılmış, onun gibi olmamış
…………Beyit mısra pulmuş, daha kimse bulmamış

…………Bölümlerde bütünlük, kayıp olmamış gözden
…………Her mısra ince ince, dokunmuş önce özden

Kuruluktan ıramış,
Hem coşkunluk yaramış,
Görünüşte kolay,
Oysa yazması büyük olay…
Geyik, güvercin, kesik baş gibi hikâyeler
Asıl nüshalara eklenmiş bazı yeni payeler

…………Gazellerden piyade, birkaç nadide akar
…………Mesneviden ziyade, kaside tertibi var

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey
 

-
Genellikle mevlit (fâilâtün, fâilâtün, fâilün) vezniyle yazılmıştır.
Sadece bir yerde (Mefûlü, fâilâtü, mefâîlü, fâilün) vezni uygulanmıştır.

22 Nisan 2012 Pazar

İKİ KATINI VERSİN

İKİ KATINI VERSİN


Hiç bir zaman sevmekten, vazgeçmediklerim var
Sevdim mi karşılıksız, daim sevdiklerim var
Ben onları sevdikçe, dertler çektiklerim var

..........Kim ki benim hakkımda, her ne düşünüyorsa
...........................Yüce rabbim ona, iki katını versin...

Bir kaç deli hatrına, hepten üşünüyorsa
Hakikati bilmeden, küsüp kaşınıyosa
Sevip yaşamak varken, yürek aşınıyorsa

..........Kim ki benim hakkımda, her ne düşünüyorsa
...........................Yüce rabbim ona, iki katını versin...



Feyzulah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

BERCESTE-13



ALDIRMA GÜLENLERE
 
Aldırma gülenlere, yürü sen doğru yolda
Varsın seni görenler, kupkuru bir ot sansın
Sen ışık veren mum ol, dalında al gül ol da
Kokunu duymayan o, garip bülbül utansın

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

BERCESTE-12



İNSANIN TEK İŞİ

Gör ki erkek kimisi, kimisi de dişidir
İnsanın en iyisi, nefse hâkim kişidir
Gemiyi batırmadan, menzile ulaşmalı
Teferruat gerisi, bu onun tek işidir…


Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

BERCESTE-11



VAY HALİNE

Kötülüğü alıp ta, sırtında taşıyanın
Ve gaflet de kalıpta, hak yolundan cayanın
Hem kendisi ölüp de, zulümü yaşayanın
Vay ki haline canlar, kör şeytana uyanın
 
Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey