30 Aralık 2011 Cuma

EY KARDEŞİM (cinaslı)


Ey kardeşim ne bakıp, ediyorsun güle naz
Gönülden gönle akıp, şu dünyada gülen az

Sen hala uyuyorsun, gün çoktan yola çıktı
Koş! Hâlâ duruyorsun, gündüze yol açıktı

Sen ki küçük bir zerre, dünya kocaman derya
Her şeyiyle şu küre, yüce nura koş der ya…

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

YOLUNU GÖZLERİM


Kafesteki kuşların yürekleri
Nasıl pırpır ederse;
İçim pır pır eder, seni özlerim…
Belki hak etmeyen gözlerimle
Gökyüzüne bakar, yolunu gözlerim.

Kendimden geçsem
Yudumlayıp seni içsem,
Yine sana doyamam ki…

Yüreğim seni özler.
Gece mehtabı nasıl gözlerse,
Şu günahkâr yüreğim
Seni bekler, tüm benliğimle seni özlerim…
Yüreğim seni özler.
Dört bir afakta yorgun gözlerle,
Seni bekler, tüm benliğimle seni özlerim…

Geleceksin belki, geldiğini görecek şu gözler
Kim bilir ne zaman, hangi şafakta,

Cehalet alıp götürürken bizi
Varlık âlemi yeniden gelmeni bekler.
Gönlümde açan gül yüzlü sevgili,
Sadece senin yolunda var hakikat yolunun izi
Gönlümün efendisi, güllerin efendisi, gülün kendisi…
Sayende insanlık cehaleti ve zulmü yendi
Kötülüklere giderken,
Kaybetmeye mahkûm yolumun önünde
Ben şeytana ve nefsime yenilerek giderken
Gayya kuyusunu çok aramadan bulmaya…
Sen varsın yolumun üstünde,
Kurtuluşa çağırmak için
Bir elime ayı, diğer elime güneşi deyip
Hak yolun tebliği için dimdik ayakta duran
Kurtuluş nehrinin bendi…

Kafesteki kuşların yürekleri
Nasıl pırpır ederse;
İçim pır pır eder, seni özlerim…
Belki hak etmeyen gözlerimle
Gökyüzüne bakar, yolunu gözlerim…

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

DÜZMECE MUSTAFA ÇELEBİ(Gülce-Buluşma)


Yıldırım’ın büyük oğlu, babasının veliahdı
O bin üç yüz doksan üçte, Edirne ilinde doğdu
Görmüştü bir gece düşte, onun olacaktı tahtı
Saltanat babadan oğla, babayı sevince boğdu

Bir sevginin yumağında, hem büyüdü hem gelişti
Hem bir lala oymağında, kılıç kuşanmaya geçti
Daha gencecik çağında, savaşın içine düştü
Ancak on iki yaşında, Ankara da düşman koğdu

Bin dört yüz iki yılında,
Hamidoğulları ve Tekeoğullarıyla,
Osmanlının Ankara ilinde
Babası yıldırım Beyazıt ve onun dilinde
Savaşıyordu, Allah Allah nidalarıyla…

Bazı kaynaklar ‘öldü’ der, onun için bu savaşta
Şehit kanı vardır dostlar, savaş meydanında taşta
Timur’a esir düştüler, babasıyla gözler yaşta
Nefes darlığına düşüp, vefat edince babası…

Timur ile yola düşer, Semerkant’a götürülür
Yatağa düşerek beşer, Timur da bir gün ölür
Ölürde bizim çelebi, Anadolu’ya yol bulur
Adımlar yolu, hem koşar, sırtta kalınca abası…

En önce bu yolculukta, Niğde’ye itti ayaklar
Kim bilir kim destek olur, kim yardım eder dayaklar
Belki de Kastamonu da, İsfendiyar beyi aklar
Sultan olmaya yol bulur, bunadır ince çabası…

Devam ederken hayat mücadelesi
Bin dört yüz on altı günü, belki de gecesi
Venediklilerin yardımıyla Rumeli’ye ve Eflâk’a geçti
Hararetli bir yaz sıcağında
Soğuk akan pınarlarından bu gibi su içti.

Düzenleyeceği ayaklanma için, neticesi
Bazı vali ve sancak beylerinden
Asker toplasa gerek köylerinden,
Eflak voyvodasıyla, Bizans’ın İkinci Manüel’inden
Destek için söz aldı
Avrupa devletlerinin beylerinin dilinden…

Topladığı kuvvetlerle, ol Selanik’ten yürüdü
Tesalya yolu erlerle, hızla yürünüp giderken
Kardeş Mehmet’e yenildi, hayaller yine kurudu
Tahta gitmez yol, inildi, düşlerden inildi erken

Bu yenilgiden sonrası, hemen Selanik’e sığındı
Derindi yine yarası, moral sıfıra dağındı
Dedi ‘Mustafa çelebi, padişah olur çağındı
Şu hayallerin halebî, yine gördü umut varken’…

Despot’tu Andernikos, kabulü oldu mülteci
Bizans’la barış çıktı fos, Mehmet’i kızdırdı feci
‘Bu da neyin nesi böyle, bu uygulama da neci’
Manüel’e sözü şöyle, söylenip ulaştı derken

İkinci Manüel dedi;
‘Andernikos mülteci olarak kabul etmekle
Hiçbir barış şartını ihlal etmedi
Sözlerimse tabi ki, burada bitmedi.
Mültecinin yasama ve korunma masraflarını size ödetmekle,
Sizde rahat edersiniz, tahttan ve sizden uzak etmekle
Hayatının sonuna kadar
Biz ona bir güzel, gözaltında bakarken.’

Çelebi Mehmet her yıl, dokuz yüz akçe vermeyi
Hiç olmazsa ağabey bil, böyle güzellik dermeyi
İyilik düşlerde akil, bunun hazzına ermeyi
‘Üzülmesin kardeştir’ der; güzelce bakılsın ister

Manüel kabul edince, akçeli sıcak teklifi
Yumuşadı her düşünce, okşandı damar ve lifi
Bilmez iken bilir hince, hemzeyi, uzun elifi
‘Limni de korunacak’ der; gözaltında kalsın ister..

Zaman ilerlerdi, yürürdü, koşardı,
Bilmem ki hızı ne kadardı.
Barışçıl ilişkiler aleyhinde bir çalışma vardı
Her geçen gün, yeni bir aleyhtarlığa sürgün
Yaşlanınca İkinci Manüel, günlerden bir gün
Oğlu ve veliahdı Yannis,
Bizans saltanat tahtına oturmaya gün sayardı.

Bin üç yüz yirmi bir de
Çelebi Mehmet ölünce, hazince
Yerine on yedilik Oğlu Murat geçince
Sisler dolaşmaya başlar ince ince
Bizans sözleri unutup oynadı dans
‘Bitmiştir’ dedi Çelebi Mehmet’in verdiği avans
Dost olmadılar bize, olmazlar
Ne gelecekte, ne bu günde, ne de ondan önce

Dediler hinoğlu hince; ‘yoktur biliniz başka şah
‘Çelebi Mustafa’dır, bizce meşru padişah’
Güya Mustafa geçince, tahtta oynayacak semah
Güldüler ve eğlendiler, bin bir hileli hevesler…

Destek sağladı Bizans’tan, yürür düş dolu yoluna
Bir filo aldı Bizans’tan, tez bir yandaşı buluna
Kek arkadaşı Limni’den, Cüneyt bey girdi koluna
Güldüler ve eğlendiler, son bir zırdeli hevesler…

Gelibolu’ya geçerek, Rumeli’ye ayakbastı
Akıncı ve beylerinden, yandaş bulmaktı kastı
Önce güçlü olmak gerek, savaşa hazırlık hastı
O zaman yakındı zafer, can bir kır yeli hevesler…

Yıl bin dört yüz yirmi birdi, sam yeli üfledi,
Sultan İkinci Murat’ın kulağına,
Bu hazırlığın haberi tez elden girdi.
Hemen bir orduyla birlikte,
Beyazıt Paşaya onu karşılama emrini verdi

Yola çıktılar en tezi, dağı taşı aştılar
Dikkatli ve gözü paktılar,
Yürüdü de ve aktılar…
Saroz Körfezi kıyısına ulaştılar
Keşan’ın köyü Sazlıdere de karşılaştılar…

Veziriazam Beyazıt’ın komuta kademesi dâhil,
Çelebi Mustafa tarafına geçiverdi,
İhanetin a’rafını görünce, ağladı sahil…
Veziriazamın güvendiği dağlara kar yağdı önce
Utandı, bir çukura düşüverdi,
Teslim olundu, yakalandı başı verdi…

Çelebi Mustafa;
Şehir halkının alkışı, tezahüratı altında
Şehre girmek ilk işi, tez ilanı hükümdarlık
Adına sikke bastırır, gümüştü, belki altın da
Hutbe okur hatip kişi, az kıştı Edirne karlık

Hâkimiyetine geçti, urum elinin bölgesi
İdare etmek zor işti, hatalar sıra bekledi
İlk işareti görünür, bu; zafiyetin gölgesi
Bu yolda daha çok pişti, başarmaya emekledi

Sağlamak için Bizans’ın desteğini
Vermeyi kabul etmişti
Çelebi Mustafa, onların Gelibolu isteğini…

Lakin vermedi yinede,
İdareyi geçirince eline de

Verilmezdi çünkü…
Verilemezdi küffara, fetihle ele geçen yer
Değerli her yer, her kara ve bu İslam kaidesi
Meğerki değerli toprak, verilmez öyleyse eğer
Satılamazdı boş yere, bu düşünün maidesi…

Hem akıllı hem uyanık, korkusuz gözü çakırdı
Kırmızı halıyı sermedi, buna hiç aklı ermedi
Öyle dedi, böyle dedi, onların gücünü kırdı
Gelibolu’yu vermedi, lakin yinede vermedi…

Yetinmedi Rumeli’yle, aylardan bir aydı ocak
Bin dört yüz yirmi ikide, toplar on iki bin sipahi
Beş bin çetin yaya asker, cesaret toplar bir kucak
Dâhil olur bu orduya, Ceneviz askerler sahi

Gelibolu’dan karşıya, gemileriyle geçerek
Osman Gazi’nin Bursa’yı, başlamıştı kuşatmaya
Osman Gazi kuruluşun, başlangıç şehri seçerek
Tohumu atmıştı orda, Osmanlı’yı yaşatmaya

Bursa’yı amca Mustafa, hızla çevire dursundu
Yeğeni İkinci Murat, ‘Düzmece’ der; inandırır
O saltanat genişletme, hesabını kursundu
Halka onun bir düzmece, olduğunu der; sandırır

İzmirli oğlu Cüneyt Bey’in gönlü fethedilmiş
Aydın ve İzmir Beyliği ona methedilmiş
Ayrılır yandaşlarıyla, Çelebi Mustafa yanından
Rumeli’ye doğru çekilir,
Çelebi Mustafa, kandaşlarıyla en tez kanından…
Çekilirken bir köprübaşında;
Hacı İvaz Paşa, çoktan ekmişti kılıcını kınından…

Sağ kalabilen az sayıdaki yaya askeriyle
Boğazı kontrole çalışsa da, Gelibolu da tutunup,
Başaramadı, başaramayacaktı, zaten bu yarayı ekseriyle…

Yeğeni İkinci Murat; dedi bu uğraş bitmeli
Foça valisine ait, üç bin asker takviyeli,
Taht kavgası değil artık, baht kavgası etmeli
Yoksa yetmiyor bu surat, ters takviyeli hız yeli…

Ordusuyla Edirne’ye, yürüdü gitti son surat…
Halk şehrin dışına gelip, orada karşılayarak,
Sevgi ve sadakatlerini bildirdiler heyhat…
Kaçar buradan Mustafa, hazinesini alarak.

Tunca vadisinde, Kızılağaç Yenicesinde
Eflak’e Kaçarken yolda yakalandı.
Artık gelmişti son vadesine, Azrail peşinde incenin incesine,
İyice aklar düşer yüzünün güncesine
Edirne’ye getirilerek kale burcuna asılarak
Belki bir ceza, belki de hediyeydi ilahi şahadet;
İdam halkası nişanıyla tokalandı.

Bazı tarihçiler eklediler adına düzmece
Babasıyla birlikte aldığı yaraları gösterse de
Ankara Savaşının hatıralarını göz önüne serse de

Sözü dinle, sazı dinle, etsen de yazın gezmece
Bu konu kimine göre, en bilmece, dil ezmece
Bize göre elbet özdür, öz amcası Murat Han’ın
Oynasa da taht kavgası, yeğeniyle bil üzmece…
Abisi değil,
Onun adı küçük Mustafa Çelebi bil!
İkinci Murat Han’ın ilk yıllarındaydı
Amcasının çıkardığı bahse konu sorun;
Abisi Küçük Mustafa’nın kotardığı bir başka sorun
Bir başka durum, tüten baca da bir kurum
Karıştırmayın hele karıştırmayın durun!
Onu da inşallah bir başka şiirde sorun…

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey


A'raf: a) Arfın çoğulu ve yüksek bir yer demektir. b) Cennetle cehennem arasında hayvanların kalacağı bir bölümün adıdır.

Maide: a)Bereketli manevi değeri yüksek sofra, b)bakire, evlenmemiş genç kız, yeni, taze, masum c) kuranda bir sure adı

23 Aralık 2011 Cuma

SEVDA DEDİĞİN ŞEY


Ben ki mecnun oldum, şirinsiz dağlarda
Şirin desen beni, ben şirini bilmez
Sevda dediğin şey, gör! bizi bağlar da
Git desen gitmiyor, gel desem gelmiyor

Kitaplarda sen varsın, gül yaprağı gülüm
Şarkılarda dinlerim, hey dili bülbülüm
Hasret dediğin şey, bize büyük zulüm
Bit desen bitmiyor, kal desem kalmıyor

Feryadım figandır, duymazsın çağrımı
Hasretine yandım, yaktın şu bağrımı
İki gözüm ağrır, duydun mu ağrımı
Yet desen yetmiyor, sal desem salmıyor

Her güzellik sende, sensiz yüzüm gülmez
Dilim seni okur, sen gözümü silmez
Öyle bir şey ki bu, sevda aman bilmez
Git desem gitmiyor, gel desem gelmiyor

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

14 Aralık 2011 Çarşamba

KAÇACAK YERLERİ YOK




Hırsızın suçu kalmamış, aldatan dünya da arkadaş
Suç; çalmayıp, helalden kazanmaya, çalışıp duranda
Kargalar baş olmuş başımıza, hak ve hukuk parke taş
Suç; huzurla yaşanası bir dünya özlemi kuranda

Hayatı çalanın, malı çalanın, suçu mu olurmuş
Suç; daha uzun yaşam için, dili güzele yoranda
Kul hakkı da neymiş, kendini bilmez yapınca olurmuş
Suç azgına dur deyip, tedbir alarak kilit vuranda

Görme isterler onları, zulüme çekiver bıranda
Şimdi onların dediği olacakmış, böyle bilesin
Yüce yaratan bu konuda ne derse desin kuranda
Derler; ‘zulmümüzü edelim, sen kıyamette gülesin’

O gün faydası olmayacak, malın kime var faydası
Güleceğiz elbet, o gün bizden kaçacak yerleri yok
Avrupa gezdin, muhtar oldun, kötülüğünse baş tası
Kötüler mazlumdan kaçacak ama ayak ferleri yok

İnsanlık, Müslümanlık; vali ve bakan olmakta değil
Nefsin ister diye, zulme göz yumulsun, ister durusun
Hüner; buna engel gördüğüne sövüp saymakta değil
Bil ki; zulmüne Allah izin verirse bana vurursun

Adamsan hakkın yanında durursun adamlığın kadar
Nefsine; dur! der, dinin isteklerine, önce sen uyarsın
Günde on tele yakan can, hayırda kaç kuruşun var
Bilsen; sen nefsine bile söz geçiremeyen hıyarsın

Feyzullah Kırca
Akbaşlar köyü / Dursunbey

5 Aralık 2011 Pazartesi

ÇOK ŞÜKÜR


(11 hece duraksız)

Çanakkale geçilmezi yazdık biz
Top yekün haçlı çöktü sonunda diz
Rahat uyuyun ey şehitlerimiz
Zorlukları aşıyoruz çok şükür

Sel gibi Çanakkale boğazında
Kan olup aktık kışında yazında
Şahadet her hocanın vaazında
Huzur ile yaşıyoruz çok şükür

Kurtuluş savaşında Rum darbında
Düşman denizde boğaz harbinde
Vatanımın şarkında ve garbında
Huzur ile yaşıyoruz çok şükür

Kimi zaman oyuna gelsek de
Hain arkasında kim var bilsek de
Hain kurşunla vurulup ölsek de
Huzur ile yaşıyoruz çok şükür

Sevgi ve hoşgörünün neferiyiz
Her durumda barışın önderiyiz
Bayrak bizde, nöbet tutan eriyiz
Zorlukları aşıyoruz çok şükür

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

EY CAN



Ey can! İlim denilen şey, benzer demir leblebiye
Onu öğrenip yaşarsan, beyne hamur, kurabiye
Her an bilim kabına koy, dönme sen ki harabeye
Ölüme tuzak kurarak, güneş gibi batmalısın

Ey can! Şu hakikati bil, ölüm dediğim son değil
Şeytanca düşüncelere, verme hiç bir zaman meyil
Haksızlığa ‘dur! ’de, doğrul! Sadece hak için eğil
Zulüme uzak durarak, hemen kaşın çatmalısın

Ey can! Bura senin değil, şu tende yaban eldesin
Geri dönüşü olmayan, uzun ince tüneldesin
Fani hayatı geçerken, kopmaya hazır teldesin
Kalıma uzak durarak, kafandan tez atmalısın

Ey can! Elini sevgiyle, vermeye uzatmalısın
Zulüme uzak durarak, birlik meyi tatmalısın
Her an dilini sövgüden, en uzağa atmalısın
Ölüme tuzak kurarak, vuslat diye yatmalısın

Feyzullah kırca
Akbaşlar koyu / Dursunbey

BUDUR İŞİ


İlim lazım
İrfan sazım
Hayat tarzım
Kur’an benim

Hata eden
Pişman beden
Affa giden
Dilim benim
Oruç lazım
Namaz farzım
Hakka arzım
Dua benim

Rabbe yakın
Duran kişi
Abid bakın
Budur işi…

Akşam yatar
Hor hor yapar
Sabah kalkar
Namaz kaçar

Hile saçar
Vücut naçar
Nefse duçar
İman kaçar

Amel bozuk
Yoktur azık
Eyvah, yazık
Ruhlar kaçar

Haktan uzak
Duran kişi
Kurar tuzak
Budur işi…

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

3 Aralık 2011 Cumartesi

NİÇİN MERHAMET EDİLSİN


(Duraksız 15 hece)
Parmak bile kanamaz bir şey onu kesmedikçe
Yaprak bile hareket etmez rüzgâr esmedikçe
Toprak nasıl hareket eder akla düşmedikçe
Biz kullara nasıl ve niçin merhamet edilsin
Yapıp gireriz içine demirden kafesi elimizle
Mahkûmiyetten şikâyet, sonra kendi dilimizle
Düzelmek istemeyen vurdumduymaz halimizle
Biz kullara nasıl ve niçin merhamet edilsin

Bir kuvvet onu itmedikçe iğne bile batmaz
Karınca bulur rızkını yuvasında aç yatmaz
Bilmez isek kardeş, kul dünyayı üç pula satmaz
Biz kullara nasıl ve niçin merhamet edilsin

Müslüman’ın iman gömleğini giyemedikçe
Hakkı ayakta tutarak, helâlı yemedikçe
Azrail’e gülerek hoş geldin diyemedikçe
Biz kullara nasıl ve niçin merhamet edilsin

Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey

KARŞILIĞI VAR DOSTLAR


(Duraksız 15 hece)
Yol bataklık, ayaklar tuşaklı, yola düşerler
Her şey güllük gülistanlık, sözü bala döşerler
Nefis peşine düşer yaşarlar gafil beşerler
İyi kötü her zerrenin karşılığı var dostlar

Ahlakın en güzeli ortaya saçılmadıkça
İmanın öz ışığı tez elden yakılmadıkça
Kıymeti yoktur kara kutular açılmadıkça
İyi kötü her zerrenin karşılığı var dostlar

Bu hayat bizleri öyle ya da böyle yoracak
Bize sormadan Azrail her kapıyı vuracak
Ezelden kurulu can saatleri hep duracak
İyi kötü her zerrenin karşılığı var dostlar

Kim hakikati bilmez ki, bir gün herkes bilecek
Gelmez daha çok var derler, ama o gün gelecek
Hiç beklenmedik bir anda herkes bir gün ölecek
İyi kötü her zerrenin karşılığı var dostlar
Feyzullah Kırca
Akbaşlar Köyü / Dursunbey